30 Mart 2013 Cumartesi

Ardımızda ne hayatlar bıraktık, Kaybolmamak için 'Kayıp Şehir'de


Kayıp Şehir’in başlayacağını “Türkiye’nin son on yılı dizi oluyor” başlığıyla ilk burada duyurmuştuk, 27 Temmuz’da. Bazı işlerin bu kadar özel olacağını önceden hissedebiliyor insan eldeki verilere dayanarak ve de hisleriyle. Ben de Kayıp Şehir’in böylesine dizi tarihimizde yer alacağını tahmin etmiştim ve “Bazı diziler var ki fragmanını izlemeden başarılı olacağını tahmin edebiliyorsun ya da bütün doğruları bir araya getirdiği için başarılı olmasını diliyorsun Kayıp Şehir de öyle bir iş.” Demiştim daha fragmanı ortada yokken.
Dizinin daha senaryo ekibinin başındaki isme baktığımızda taşıyacağı edebi değer ortadaydı: Yıldırım Türker  ve ekibi Murat Uyurkulak, Hakan Bıçakçı, Seray Şahiner, Leyla Olça... Yıldırım Türker ve ekibi ekran için fazla iyi fazla sorgulayıcı fazla gerçek, fazla rahatsız edici, fazla oldu.......
Diğer dizilerde nesne olarak karşımıza çıkan roller burada özne oldular. Siyahlar, hırsızlar, sokak çocukları, kimsesizler, trans bireyer, emekçiler,  fahişeler. Riskli bir diziydi aslında taaa en başından. 
Diğer dizilerde sınıf atlamış ya da şanslı doğmuş yalı, köşk insanların entrikaları  yoktu bu dizide, dibine kadar gerçeğin, İstanbul’un Türkiye’nin yansımasıydı, bugününün ve geçmişinin.
Kayıp Şehir, Behzat Ç. İkisi de isyankar... bir şeylerin birilerinin sesi olmaktaydı. Kör topal giden bir sektörde böyle değerli bir dizinin 26 bölüm bile gitmiş olması mucizevi bir durum aslında. Yakında Behzat Ç. de final yapıyor...  Muhalefete yer yok, gidişat iyi değil... Ekranda isyana yer yok, peki bundan sonra ekranda cesaret örnekleri gelir mi?!..
Kayıp Şehir’de Ahmet Mekin usta, Nazan Kesal, Uğur Polat onlar ekip başıydı, bu işin böyle sağlam aktarılmasında payları büyük. Senaryo zaten işin başı. Tomris Giritlioğlu’nu da riske girdiği için kutlamalı. Gökçe Bahadır Aysel karakteriyle hayran bıraktı herkesi. Arkadaşı Duygu ile Ayta Sözeri de öncüydü, harikaydı. İlk defa bir dizide trans bir birey kendi bütün gerçekliğiyle, samimiyetiyle yer aldı. İlker Kaleli gibi iyi bir oyuncuyu tanıdık. Taner Ölmez, Elifcan Ongurlar gelecekte adlarını hep başarılıyla duyacağımız isimler...
Dizinin müziklerinde Sezen Aksu, Demir Demirkan’ın müthiş imzaları vardı...
“Kayıp Şehir, castı, müzikleri, star oyuncuları, oyunculukları, samimiyeti ile hayatın gerçeklerini şaaak diye yüzümüze çarpacak harika bir iş.
İstanbul’un kozmopolitliğini, karmaşasını, kavgasını, mücadelesini anlatan... çok iyi ince düşünülmüş bir senaryo kesinlikle.” demiştim.
Bir İstanbul, ülke dramı idi. Sezonun en iyisi idi.
Bizi, bize anlatıyordu.

Ünlü oyuncu yarıştı


Dün Kenan Işık’ın sunduğu Kim Milyoner Olmak İster’e zaman zaman tanıdık yüzler katılıyor. Dün de dizilerden tanıdığımız oyuncu Nihal Menzil yarışmacı olarak katıldı. Kenan Işık torununa şu soruyu sordu “Anneannenin hedefi ne yarışmada?”
Minik torun cevapladı: “Anneannemin hayali para kazanmaktı, patronu ona hiç para vermedi.”
Nihal Menzil, İkinci Bahar, Asmalı Konak gibi dizilerde rol almış, sektörde tanınmış başarılı karakter oyuncularından, ve sektörün süregelen sorunlarının  yansımasını da burada görmüş oluyoruz.

Ahmet Hakan: Türkiye'de televizyona çıkıp bir konuyu çatır çatır tartışacak insan yok


Televizyonculuk idealiniz miydi, nasıl başladınız?
Televizyonda bir şeyler yapmak idealim değildi aslında. Ben daha çok yazılı basın istiyordum ama televizyonda bir boşluk oldu benim açımdan, orada bir fırsat çıktı daha doğrusu o fırsatı değerlendirdim o yüzden televizyon oldu.

Yani kendiliğinden gelişti?
Evet hatta televizyonda da genelde muhabirlik, kamera arkası işler öyle başladım ve öyle de devam ettirmeyi de düşünüyordum ama ekrana da çıktım yani o da benim çok istediğim bir şey değildi, çıkmak durumunda kaldım. “Sen bu işi iyi yaparsın” deyip, beni ittiler.

Peki Kanal 7 İskele Sancak dönemiyle bugün CNNTürk "Tarafsız Bölge" dönemini kıyaslarsanız ne dersiniz?
Aslında mahiyet olarak çok da büyük bir fark hatta hiç fark yok, o dönemde de ben moderatördüm. O dönemde de tartışmada taraf olmuyordum, o dönemde de konunun açılması için çaba sarf ediyordum şimdi de aynı şeyi yapıyorum. Sadece siyasi atmosfer ve ele aldığınız konular değişti. Benim bu programı yaparkenki genel yaklaşımımda büyük bir değişme yok aynı şeyi yapıyoruz. O dönem İskele Sancak’ı seyredenler bu söylediklerimin ne kadar doğru olduğunu düşünecekler diye umut ediyorum.

İlk başladığınız dönemden bugüne Türkiye’de televizyonculukta ne değişti, nasıl durumda?
Türkiyede televizyonculuk bir türlü emekleme dönemini atlatamadı. Benim ilk başladığım zamanlar tam bir çocukluk evresiydi, deneme yanılma yolları ile bir şeyler yapılmaya çalışıyordu aradan geçen bunca zamanın ardından hâlâ aynı tutumun devam ettiğini söyleyebilirim yine çocuksu şeyler çocukluk evresini atlatamama hali yine deneme yanılma yoluyla bir şeyler bulmak yine mevsimsel modalara uymak; bir başarılı yapımın ardından onun benzerlerinin çıkması bütün bunlar eskiden de böyleydi şimdi de böyle. Belki de televizyonculuğun doğası da böyle bir şey ama şunu da söyleyebilirim bizde televizyonculuk kendi geleneğini oluşturamadı. Yani köklü, oturmuş bir yapısı yok daha çok vurkaç işler.

Bütün bu gelenek oluşturamama halinin nedenleri ne sizce?
Yasal zeminden yoksundu ilk başladığında, tam bir korsan iş olarak başladı. Her zaman başlangıçlar önemlidir bunun bir etkisi var, ikincisi tv yöneticileri, idarecileri TRT’ye benzememe gibi bir kaygıya kapıldılar, yaklaşıma girdiler TRT’den gelmiş olmalarına rağmen. İlk dönem özel tv yöneticileri hep TRT’den gelmiştir ama öyle bir kompleks oldu TRT’ye benzememek için bir çaba sarf ettiler o da şirazesinden kopmuş geleneksiz vurkaç, karaktersiz işlerin ön plana çıkmasına neden oldu.

Kamera arkasıyla ilgili durum nasıl peki?
Bizim bir eksikliğimiz de o, mesela yine bu karaktersizlikte en önemli etkenlerden biri bu olabilir kamera arkasına yatırım yapılmaz, hor görülür, sürekli starlar üzerinden gidiyor. Televizyonlar, programlar star sistemi üzerinden gider anlıyorum ama o starı besleyen bir yapı yok arkada. O köksüzlük, karaktersizlik buradan da kaynaklanıyor. Kamera arkaları bizde hiç sağlam değil. Programcılar, yapımcılar çok önemlidir. Dünyanın her yerinde starlar daha fazla kazanır ama bu kadar uçurum olmaz mesela gazetelerde böyle değil. Gazetelerde editörler, yazıişleri müdürleri; mutfak önemlidir, çok önemsenir. Kamuoyu onları tanımaz ama gazetedeki itibarları iyidir. Bizde basının bir geleneği var televizyonla kıyasladığımız zaman. Basının bir kişiliği vardır ve mutfağa yatırım yapılır her zaman.

Televizyonda şunu da yapmak istiyorum dediğiniz var mı?
Benim televizyonda yapmak istediğim iş; haber programı, tartışma programı gibi programlar zaten onu yapıyorum şu anda bunları daha da geliştirmek isterim fakat bu işler geliştirmek para ister; bu işlere yatırım yapmaya pek meraklı gözükmüyor Türk televizyonculuğu. Burada da bir ucuzculuk var; bir sunucu, bir yapımcı, birkaç stajyer, konuklar…böyle bir yapı var. Dolayısıyla yapmak istediğim bir şeyi, benim alanım bu bu alanı geliştirmem mümkün olabilir, böyle bir şey isteyebilirim ama bunu geliştirebileceğim yol yok. Ben de mevcut verilere teslim olmuş durumdayım, bir şey istemiyorum böyle devam etmek istiyorum yapacak bir şey yok, şartları zorlamak istemiyorum. Bir ikinci şey yapılabilir o da belgesel türü şeyler; onun da pek müşterisi olduğunu sanmıyorum Türkiye’de haber kanallarının sayısı arttı ama çok yapay bir artış o, şu anki iktidarın, kendi yandaş haber kanallarını oluşturma kampanyasının bir ürünü; küçük küçük birçok izlenmeyen kanal. Onların sayıca fazlalılığı bizde haber kanallarının ne kadar çok olduğunun göstergesi sayılmaz, mecra yok. Sponsor peşinde koşmayı istemiyorum. Gerçekçi bakıyorum hayal kurmuyorum bundan daha iyisini yapabilir miyim yaparım. Bunun için ne gerekiyor para gerekiyor; verirler mi vermezler o zaman ben bu mevcut durumumu sürdürürüm.

Canlı yayında sizi zorlayan şeyler var mı?
Program sırasında hiçbir şey zorlamıyor. Herhangi bir sorunla karşılaşmıyorum; tartışma konumuz belli konuklar belli herkes güzel güzel konuşuyor. Sorun şurada o konuyu tartışacak konuk bulmakta zorlanıyoruz. Örneğin bir konu, günün en flaş konusu günün en flaş konusunu konuşacak en flaş altı isim diyelim ki. Şimdi bu altı flaş isim fikirlerini ekranda tartıştırmak istemiyorlar daha çok tek başlarına çıkmak istiyorlar. Bu taleplerini karşılayacak sayısız mecra var. Çünkü diğer televizyonların böyle insanları tartıştırmak, farklı fikirleri ortaya koymak gibi titizlendikleri bir husus yok, onlar da tabii yapmak isterler ama bunun üzerine titizlenmiyorlar, gel tek başına konuş. Mesela bizde bir bakan çıkıp da biriyle tartışmaz. Çünkü zaten bakanı tek başına çıkartıyorsun, diyor ki ben istediğim kanala tek başıma çıkıyorsam niye gidip de o ulvi, yüce fikirlerimi başka insanlarla tartışayım ki diyor. Dolayısıyla bizde günün en flaş konusunu günün en flaş insanları çıkıp da karşılıklı çatır çatır tartışmazlar. Arada sırada yakalanabilir ama o da konunun ve konukların durumuna göre değişir. Mesela şu da olmaz; biz de konuğu çıkar sonuna kadar sorgula, nezaket ölçüleri içerisinde sorgulamaktan bahsediyorum, batıda yapılıyor "hard talk"lar bizde yapılamaz, bakana iki tane ters soru sorarsın rahatsız olur. Bir milletvekilini çıkaracaksın şöyle midir böyle midir diye zorluyorsun ama nazik bir şekilde, zorlamaktan kastım da o, savcı gibi değil; o da yapıldı Türk televizyonlarında ama çirkin bir şey.  Bu tür "hard talk" programlar kendine güvenen insanlar için, siyasiler, sinemacılar, yazarlar, gazeteciler için bir meydan okuma alanıdır. Çıkarsın sorulara çatır çatır cevap verirsin, göklere en göklere çıkarsın ama yerin dibine batma ihtimalin de var bu riski alacaksın, ama kimse almıyor.

Çıkar mı yakın gelecekte peki bu riski alacaklar?
Çıkmıyor, çıkmaz bu saatten sonra. Çıkmadığı için yapılamıyor, bunu yapacak birçok gazeteci, televizyoncu var Türkiye’de kendi adıma söylemiyorum genel olarak söylüyorum. Hazırlanacaksın bir hafta çıkaracaksın sonuna kadar sorgulayacaksın, örneğin Bakan Suat Kılıç’ı çıkarsak televizyona o evi aldınız mı diye sorsak çıksa, kibar bir şekilde sorsak o da yürekli, cesur bir şekilde cevaplasa durumun ayrıntılarına vakıf değilim ama tartışmaları bitirebilir belki de. Ya da gidiyor sayın bakanım hakkınızda böyle iddialar var ne diyorsunuz diyen alttan alan, ikinci soruyu sormayan kişinin karşısında cevap vermeyi seçiyor.

Sizi tarafsız değil diye suçlayanlar oluyor mu, tarafsızlık nasıl tanımlıyorsunuz?
Tabii o her zaman olur. Tarafsızlık şudur biz ne yapıyoruz programda bir fikri iki karşı fikre tartıştırıyoruz. Ben kendimi nasıl başarılı hissederim; konu dışına çıkılmadan konuklar fikirlerini karşılıklı olarak sonuna kadar en ateşli ama en nazik şekilde tartışabildikleri zaman ben kendimi başarmış hissederim. Olaya böyle bakıyorum, A fikri yendi B fikri yenildi  buna bakmam ben tarafsızlıktan kastımız bu. Yoksa arada sırada tabii ki insan hakları, demokrasi, özgürlükler gibi ortak değerler konusunda acayip bir laf edildiğinde müdahale edersin tabii, vay sen tarafsızdın denmez bu böyle bir şey değil, terazi değil. Bir taraf yağmur yağdı çok iyi oldu diyor, bir taraf da çok kötü oldu sen de bu iki fikrin doğru dürüst tartışmasını sağlamakla mükellefsin ben onu yapıyorum. Bunu yaparken de mümkün olduğunca tarafsız olmaya çalışıyorum. Programın ismi önemli değil "Taraflı Bölge" olsa da böyle yapacağız yani, tartışma programının raconu budur. 

Diğer tartışma programlarını izliyor musunuz? 
İzlemiyorum o yüzden yorum yapamam.

Dizi izliyor musunuz?
Hayır izlemiyorum. Türkiye’de bir dönem İkinci Bahar, Asmalı Konak varken sokakta insanlar kalmıyordu. O dönemlerde biraz izlemeye çalıştım bu kadar insan bu kadar ehemmiyet veriyorsa vardır bir hikmeti diyerek izlemeye çalıştım fakat ne yalan söyleyeyim gerçekten hiçbirinin içerisine girmem bağımlısı olmam mümkün olamadı bir türlü. Sonra tek bir denemeyle sınırlı değil bu, birkaç kez denedim fenomen olan birkaç dizi daha izlemeye çalıştım, olmuyor. Avrupa Yakası’nı zap yapmadan durup izlerdim, beğeniyordum onun dışında da izlediğim bir dizi yoktu.

Peki ne arıyorsunuz, dizilerimizde ne olmuyor?
Çok durağan diziler. Örneğin geçen gün Muhteşem Yüzyıl’ı izleyeyim dedim. Orada da bir manasızlık, bir durağanlık, bir Brezilya dizisi havası gördüm, yani giremiyorum havalarına, izleyemiyorum. Herhalde çok sinema izlediğim için, çok Amerikan dizileri izlediğim için bunlar bize işçilikten zanaatkarlıktan fazla yoksun geliyor. 

Hızlı üretimin de büyük etkisi var değil mi?
Hızlı üretim evet, bir de süre doldurma, durağanlaştırma. Adamla kadın dakikalarca bakıyorlar birbirlerine tahammül edemiyorum. 

Yabancı dizilerden neleri tercih ediyorsunuz?
Polisiye izliyorum daha çok CSI Miami, Medium, The Mentalist, Criminal Minds gibi. Eskiden TRT’de iyi Amerikan dizileri gösterilirdi. Mesela Komiser Mcmillan gibi, bir bölümde başlayan hikâye bir bölümde biterdi. Bir bölümde hikayesi biten polisiye diziler seviyorum. 

Çok sinema izliyorum dediniz, siz bir sinefil misiniz?
Ben değilim sayılmam, onun için değişik sinemaları takip etmek gerek, farklı…keyfine düşkün bir sinema izleyici sayılırım.

Sinema yazarlarının görüşlerini okur musunuz?
Okurum Atilla Dorsay’a bayılırım, mutlaka onun görüşlerini okumak isterim. Uğur Vardan en sevdiğim sinema eleştirmenidir. Alin Taşçıyan, Mehmet Açar severim, hepsini okuyorum. Özellikle de filmi gördükten sonra film kritiklerini okurum, özellikle de filmi görüp beğendikten sonra aynı şeyi mi düşünüyoruz acaba diye.

Köşenizde de film kritiği yapıp, şu filme gidin ya da gitmeyin diyorsunuz netsiniz, tepki alıyor musunuz sinema eleştirmenlerinden?
Aslında şöyle söyleyeyim; benim yazdığım sinema kritiklerinden bile daha ağır şeyler yazıyorlar sinema eleştirmenleri. Sinema eleştirmenleri Türkiye’de aslında görevlerini çok güzel bir şekilde yapıyorlar. Bir filmle ilgili söylenmesi gereken her şeyi söylüyorlar. Fakat bunu belli bir üslup içerisinde söylüyorlar. Benim yaptığımsa onların sergilemiş oldukları dikkati boş vermiş bir üslupla yazmak, bu kadar. Biliyorum çünkü sinema eleştirmenleri biraz Türk sinemasını kollamak gibi kaygıları oluyor benim öyle bir kaygım yok. Ve ben bu yöntemin bizim sinemamızı geliştirici bir yöntem olmadığını düşünüyorum ama sinema eleştirmenleri için de işte Türk sinemasını kolluyorlar o yüzden beğenmedikleri bir filmi bile beğenmiş gibi yapıyorlar diyemem, yazıyorlar ağır şeyler yazıyorlar bunu biraz üslup içinde yapıyorlar ben biraz üslupsuzca yapıyorum. Yani bir Atilla Dorsay yazısını okuduğunuz zaman aslında bu filme asla ve kata gidilmemesi gerekir sonucunu çıkarıyorsunuz. Bir tek gitmeyin demiyor, ben diyorum ama.
Nasıl ki gidin deniyorsa nasıl ki bir film hak ettiğinden fazla gazlanıyorsa, hak ettiğinden fazla da eleştirilebilmeli ve gitmeyin denebilmeli.

Okurlarınız da bir filme gitmeden size soruyorlar değil mi?
Kimi okurlarla bir güven ilişkisi oluyor, ben bu adamın zevklerine güveniyorum diye düşünüyorlar. Bir de neden gidilmesi ya da gidilmemesi gerektiğine işaret ediyorum. Bu film sıkıcı diyorum, oyunculuklar berbat diyorum.

Nasıl filmler size sıkıcı geliyor? Nuri Bilge Ceylan filmleri mi?
Hayır, Nuri Bilge Ceylan filmlerini çok severim ben. Gidin diyorum hatta bana bu yüzden kızanlar oluyor gidip beğenmeyenlerden. Onlara anlatmaya çalışıyorum bu filmlerin farklı bir atmosfere sahip olduklarını anlatmaya çalışıyorum. Hatta Nuri Bilge Ceylan’ın son filmine Twitter’dan 20-30 takipçimle bir sinema günü tertipledim. Yarısı çok memnun oldu yarısı hiç olmadı. Hiç Ceylan filmi izlememişler çok şaşkına döndüler. Sıkıcılıktan kastım o değil. Her saniyesinde koşuşturmaca olan bir film için sıkıcı derim, durağan akmayan bir film için şahane derim, her film için ayrı konuşmak gerekir.

Twitter’da etkinlikler devam edecek mi?
Çok merakla beklediğim bir filmdi, böyle bir kitleyle gidelim dedim, kendiliğinden gelişti biraz da. Tekrar yapabiliriz, neden yapmayalım.

Bir yazımda Twitter’ı en iyi kullanan kişi olarak sizi seçmiştim. Twitter’da genelde ünlülerde bir tahammülsüzlük söz konusu, sizce neden?
Örneğin Twitter’a giriyor fakat o dünyanın nasıl bir dünya olduğunu insanları nelerin harekete geçirdiğini, nelerin motive ettiğinin, bin türlü insana kendini açmak durumunda olduğunun bilincinde ve farkında değil. O yüzden tahammülsüzleşiyor yani, hiç karşılaşmamış bu zaman kadar böyle bir durumla. Durumun farkında olmamaktan kaynaklanıyor. Halbuki Twitter bir dünya, bin türlü insan tavrı var. Kimisini hoşlanarak, gülümseyerek okuyacaksın, kimi takılmaları hoş göreceksin. Hakeret edilecek, küfredilecek buraya giriyorsan böyle yoksa girme. Bunların hepsinin bir hasılasıdır Twitter, bunu bilincinde olursan kendini üzmezsin. Tahammül edemiyorsan da Twitter’a girmeyeceksin.

http://t24.com.tr/yazi/ahmet-hakan-turkiyede-televizyona-cikip-bir-konuyu-catir-catir-tartisacak-insan-yok/4985

24 Mart 2013 Pazar

Eda Ece: Samimi, sıcak, gerçeğe yakın bir iş


Eda Ece, hayatımıza ‘Pis Yedili’ dizisiyle başarılı bir giriş yaptı ve birçok ödül aldı. Güzel oyuncu “Daha çok eğitim daha çok tecrübeyle, kendimi ilerlemeye programladım” diyor.

Genel olarak dizilerde başrol olarak hep kumral ya da esmer oyuncular yer almıştır, genel algımız böyle. Eda Ece ise ‘sarışın başrol olmaz’ klişesini yıkan bir isim oldu... 

 
Oyunculuk idealiniz miydi, nasıl gelişti? ‘Pis Yedili’ye geçişiniz nasıl oldu?
Tiyatroya ilgim küçüklükten beri vardı. 10 yaşında okul tiyatrosunda oynarken izleyiciler arasında şu anki menajerim Tümay Özokur vardı. Gelip benimle ve ailemle tanıştı, o zaman bir ajans kurma aşamasındaydı, benimle çalışmak istediğini söyledi. Ajansa 10 yaşında kaydoldum. Önce eğitimimi tamamladım. Yıllar sonra Tümay’la karşılaştık, Gani Müjde’nin projesindeki Cimbom rolünden bahsetti. Elemelerin son gününe gittim. Cast’ın çoğu tamamlanmıştı. İlk bölümden bir sahneyi oynamam için verdiler, rol benim oldu. 

Oyunculuk eğitimi aldınız mı, sizce önemi ne kadar?
Profesyonel anlamda oyunculuk yapmıyordum. Süregelen bir tiyatro eğitiminin içinde de değildim. Psikoloji okuyan bir üniversite öğrencisiydim. Oyunculuk maceram okul tiyatrolarında kalmıştı. Beni bu işe sokan insanlar yeteneğime inandı. Başta çok şaşkındım, kameralara, ışıklara yabancıydım. Tecrübe kazandıkça, role kafa yordukça, verebileceklerimin farkına vardım. Şansım şu ki, Cimbom 16 yaşlarında bir genç kız ben 22 yaşındayım. Bana çok uzak bir psikolojide değil, o nedenle Cimbom’u anlamam zor olmadı. Şu an yarattığım Cimbom’u seviyorum.

Birçok gençlik dizisi yapılıyor ama ‘Pis Yedili’ çok başarılı oldu. Bu başarı nereden geliyor sizce?
‘Pis Yedili’nin çok sıkı takipçileri var. Gençler ve çocuklar tarafından çok sevildi. Aileler de severek izliyor. Samimi, sıcak, gerçeğe yakın bir iş ‘Pis Yedili’. Olmayan dünyalar anlatmıyoruz. Çok genç de bir kadroyuz, enerjimiz seyirciye geçiyor. İnsanlar bizi samimi buluyor, anlatılan hikayeler de eğlenceli. 

Kadir Doğulu ve bütün ekip ile uyumunuz nasıl? Cast’ın sıcaklığı da gençlere geçiyor gibi...
Kadir’le çalışmak çok keyifli. İlk günden beri bana inandı ve hep destek oldu. Onun bana karşı bu tavrı sete alışma sürecimi tabii çok kolaylaştırdı çünkü partneriz biz, ikili sahnelerimiz çok fazla, çoğu sahneyi beraber oynuyoruz. Bu kadar iyi anlaştığım bir ekiple çalışmaktan çok memnunum. Hepimiz çok genciz, istekliyiz, bu enerjimizi seyirci de aldı.
 
Gani Müjde gibi bir usta ile çalışmak nasıl bir deneyim?
Gani Müjde’nin yaptığı işler her zaman çok seviliyor. İlk işimde onunla çalışmak güzel bir fırsat oldu. Her oyuncunun çalışmak isteyeceği bir yapımcı. Aynı zamanda yazar kimliği de olduğu için karakterin hakkında da uzun uzun konuşabileceğin, yorumlarını esirgemeyen, oyuncularıyla hep diyalog halinde olan biri.
 
Dizilerde genelde hep kumral ya da esmer kadın oyuncular başrol ancak son dönemde özellikle yaygın olan ‘sarışın başrol olmaz’ sözünü sizin yıktığınızı düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
Yabancı uyruklu olmayan bir başrol sarışın yok ekranlarda. Sarışın denilince ya aptal sarışın ya da şeytani sarışın akla gelmesi çok demode artık, bayat bir espriden öteye geçmiyor. Bu algının değiştiğini Cimbom’dan da gördüm, ‘Pis Yedili’nin en sevilen karakterlerinden. Karakteri sevdirmek önemli, sarışın, esmer, kumral artık fark etmiyor.
(Hafta Sonu Dergisi- 20 Mart 2013)

23 Mart 2013 Cumartesi

Ece Uslu ve Yavuz Bingöl ikinci kez bir arada


Ece Uslu ve Yavuz Bingöl ikinci kez bir arada
Başrollerini Özcan Deniz, Yavuz Bingöl, Ece Uslu ve Özlem Conker’in paylaştığı ‘Karagül’ adlı dizi, Fox TV’de yayınlanacak. Dizinin çekimleri Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesinde devam ediyor. Dizi için ilk olarak Şebnem Bozoklu ve Bülent İnal isimleri düşünülmüştü. Ancak Bozoklu ‘Heberler’ kadrosunda yer almaya başladı ve Bülent İnal da ‘Tatar Ramazan’ın dizi versiyonu için başrol olarak seçildi. ‘Karagül’ün senaryosunu birçok senaryodan tanıdığımız Sema Ergenekon ve Eylem Canpolat yazıyor. Ece Uslu ve Yavuz Bingöl ‘Zerda’dan sonra ikinci kez aynı dizide yer almış olacak. Cast şu an kulağa çok iyi geliyor ancak bekleyelim...
13033-sk-2

Cumartesi de gitti
‘NTV Cumartesi’yi Yekta Kopan’ın sunumuyla haftalardır beğeniyle takip ediyordum. Ancak üzücü haber Kopan’dan geldi ve ‘Cumartesi’ de ekrana veda eden, gerçekten müthiş işlerden biri oldu. İzleyici tepkileri de çok fazla. Dilerim ki, en yakın zamanda benzer bir formatta aynı ekip izleyicinin karşısına çıkar.
13033-sk-3
Cevdet Mercan’dan yeni dizi
‘Kayıp Şehir’den ayrılan Cevdet Mercan, şu an İzmir’de ‘Tatar Ramazan’ dizisi için harıl harıl çalışmakta. Yönetmenin başrol için seçtiği isim ise Bülent İnal. Geçekten de ‘Tatar Ramazan’ için en uygun olabilecek oyunculardan. ‘Kayıp Şehir’in bitecek olmasına izleyici tepkileri yoğun bir şekilde devam ederken Cevdet Mercan, üç oyuncu Ahmet Mekin, Taner Ölmez ve Tugay Mercan’ı ekibe dahil etti.
13033-sk-4
Güney Kore rüzgarı
Yönetmenliğini Barış Yöş’ün yaptığı, MF Yapım’ın ilk dizi projesi olan ‘Bir Aşk Hikayesi’ dizisinin başrollerinde Seçkin Özdemir, Damla Sönmez, Zuhal Olcay yer alıyor. Fox TV’de yayınlanacak dizi Güney Kore uyarlaması. Discop Fuarı’nda da gözlemlediğim kadarıyla tahminim yeni akım dizilerimiz Güney Kore uyarlamaları olacak.
13033-sk-5



22 Mart 2013 Cuma

Engin Günaydın ekranda özlenmiş


Amerika’da sekiz sezon yayınlanan ve izlenme rekorları kıran, Altın Küre ve Emmy ödüllü ‘Monk’ dizisinin uyarlaması olan ‘Galip Derviş’, dün akşam Kanal D’de başladı. NBC Universal’dan format hakları satın alınan ‘Galip Derviş’, bir komedi polisiye dizisi. Engin Günaydın-Galip Derviş, Algı Eke-Hülya, Orhan Güner-Başkomiser İzzet ve Ersin Korkut da Komiser Ahmet karakterlerini canlandırıyor.
‘Bence harika bir cast yapılmış yerli ‘Monk’ için, bundan daha uygun karakterler bulunamazdı.’ Demiştim yaklaşık bir ay önce ve kesinlikle yanılmadığımı gördüm. Cast ve aralarındaki uyum müthiş, bölüm oyuncuları da gayet başarılı seçilmiş.
Dizinin başkahramanı, eski bir komiser olan ve obsesif kompulsif kişilik bozukluğu nedeni ile açığa alınan Galip Derviş. Engin Günaydın’ı bir kere kesinlikle özlemişiz. Engin Günaydın da televizyonda hep aynı rollerde diye yorumlar okudum, ve dedim ki onu buradan vuramazsınız. Sinemada bir kara film olan Vavien’de başka ve dram olan Yeraltı’nda bambaşka idi. Adeta ikisi de resital kıvamındaydı. Kaldı ki Avrupa Yakası’ndaki Burhan karakterinden de farklı bir karakter Galip Derviş kesinlikle.
Adrian Monk’u canlandıran Tony Shalhoub, ve yerli Monk, Derviş olarak Engin Günaydın on numara.
Dizinin senaryo uyarlaması ise benim de bir dönem senaryo dersi aldığım ve birçok diziden tanıdığımız Ahmet Saatçioğlu’na ait. Projenin yaratıcısı, mimarı Ahmet Saatçioğlu ve Engin Günaydın’ı Derviş olması için ikna eden de o.
Tekrar altını çizeyim dizinin yönetmeni Barış Pirhasan ve görüntü yönetmeni ise Altın Portakal ödüllü Eyüp Boz. Sadece kamera önü değil, kamera arkası da çok özel isimlerden oluşuyor.
Benden uyarması televizyon tarihimiz için çok özel bir iş geliyor! Demiştim ve geldi. Her bölümde farklı bir hikaye olması da büyük avantaj.
Dizinin süresinin 50-60 dakika olması da önemli bir gelişme. Dizinin süresi daha fazla uzamamalı yoksa hikaye kurgusu da izleyiciyi sıkabilir. Hatırlatayım bir sinema filmi kalitesinde bir iş olan ve Star TV’de yayınlanan Çıplak Gerçek de 45 dk’lık bölümlerle yayınlanmıştı. Hep umuyorum sektörde artık bu tür olumlu gelişmelerin olmasını. Memet Ali Alabora’nın röportajımızda da dediği gibi bir dönüşüm başladı kesinlikle. Ayrıca belirteyim Alabora, Galip Derviş’in 5. Bölümünde konuk oyuncu olduğunu da söylemişti.
Umarım ki yapımcılar ve kanallar fazla reklam alayım derken bölüm süresini uzatıp Galip Derviş gibi uyarlama projelerin varolan sistemini bozmazlar.

Haber kanallarının kayıtsızlığı, bir kere daha


Nevruz kutlamalarında Öcalan'ın beklenen mektubu okundu. Ancak haber kanalları yine kayıtsızdı.
Nevruz kutlamalarında Abdullah Öcalan’ın beklenen mektubu okundu. Ama kanallarda Kürtçe bilen kimseler yoktu  ve mektubu anlayabilmek için BDP’li Sırrı Süreyya Önder’in okuduğu Türkçe metin beklendi....
Ve dün tekrardan, daha önce de birçok kez yazdığım gibi “Bir kayıtsızlık sembolü olarak haber kanalları”nı gördük.

Popstar 2013 nasıl?


Adeta bir düğün salonu
Adeta tamamen apolitize olmuş bir jüri.
Adeta herkes 10 numara
Adeta sunucusu olmayan bir yarışma
Adeta her yarışma gibi yarışmacıların sadece nesne olması ve program bitince hatırlanmayacak olmaları.

Discop Fuarı’nda neler oldu?



Malumunuz pek çok dizimiz yurt dışında birçok ülkede yayınlanmakta ve oyuncuları da ses getirmekte. Ben de Ceylan Hotel’de geçen hafta düzenlenen Discop West Asia 2013 Fuarı’nı ziyaret ettim. Discop West Asia 2013, başarısı ile dijital içerik prodüksiyon ve dağıtımı alanında tüm Akdeniz, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya bölgelerindeki ülkeleri kapsayan en büyük merkezi etkinlik ve ilgi odağı halinde. Türk kanallarının şu an yayında olan, yıllar önce yapılmış birçok projelerini sunduklarını gördüm. Hatta TV tarihimizde günümüzden geçmişe bir yolculuk da yapmış oldum. Dubai MBC grup temsilcisi Fadi İsmail’in söylediğine göre proje ve katılımcı sayısı geçen senelerden çok daha fazla olmuş bu yıl. Televizyonculuğumuzun, pazarın gelişmesi için çok önemli bir etkinlik.

Malkoçoğlu geliyor



‘Muhteşem Yüzyıl’ın ilk 12 bölümünü Emirates Airlines satın aldı. Bu, şirketin satın aldığı ilk Türk dizisi. ‘Muhteşem Yüzyıl’ ile tarihe olan ilginin arttığı ve bunun başka dizilere de ilham verdiği bir gerçek. TRT 1’de ‘Bir Zamanlar Osmanlı Kıyam’ yapıldı ama tutmadı. Oyuncular açısından yapımcıyı zorluyordu. Örneğin Mehmet Akif Alakurt’un başrolde olduğu ‘Fetih’ dizisinin de çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Fuarı gezerken ‘Muhteşem Yüzyıl’ afişi yanında ‘Malkoçoğlu-Coming Soon’ afişi gördüm. Yani dizideki Malkoçoğlu’nu ayrı bir dizi yapıyor, yine Tim’s Production. Malkoçoğlu karakteri de diziye dönüş yapmıştı. Sanırım bir hatırlatma stratejisi. ‘Malkoçoğlu’ dizisinin başrolünde Burak Özçivit’ten başkasını düşünemiyorum.

‘Kelebeğin Rüyası’ndan dört bölümlük mini dizi



Kıvanç Tatlıtuğ, Yılmaz Erdoğan ve Mert Fırat, BKM’de düzenlenen basın toplantısında soruları yanıtladılar. Yılmaz Erdoğan, ‘Kelebeğin Rüyası’ sinema filminin Ortadoğu’da dört bölüm dizi olarak yayınlanacağını söyledi ve “Bir nevi mini dizi olarak gösterilecek” dedi. Film 12 Mart’ta Dubai’de galasını yaptı. Kıvanç Tatlıtuğ’un oralarda hayran kitlesi çok fazla, akıllıca bir adım. ‘Butterfly’s Dream’ adıyla Global Agency tarafından da pazarlaması yapılmaktaydı fuarda.

(Hafta Sonu Dergisi- 13 Mart 2013)

röportaj: Muhammed Cangören: Oscar’lı 'Argo’da bir Türk


Onu birçok dizi ve sinema filminden tanıyorsunuz. Son Oscar töreninde ‘En İyi Film’ Oscar’ını alan ‘Argo’da doruk noktalarındaki bir sahnede rol alan Muhammed Cangören ile Türkiye’ye geliş macerasından filmde rol alışına kadar pek çok konuda sohbet ettik.
‘Argo’yu izleyenler o sahneyi çok iyi hatırlar... Dükkanının fotoğrafının çekilmesine sinirlenen esnaf rolünde çok başarılı buldum Muhammed Cangören’i. Yabancı filmlerin jeneriklerine hep bakarım “Acaba tanıdık birilerini görür müyüm?” diye, kamera arkasında dahi olsa... Ama bu kez Oscarlı bir filmde tanıdık bir isim gördük! Cangören oyunculuğa gönül vermiş, her rolün hakkını veren bir isim...

Afganistan doğumlusunuz. Türkiye’ye ilk gelişiniz nasıl oldu?
1982’de geldim, çünkü 1979’da Afganistan’da işgal vardı. İsteğim üzerine çıkmadım, savaş insanları yerinden ediyor, mecbur kaldım çıktım. Hayati tehlikemiz vardı. Orada da sinema yapıyorduk, daha yeni yeni Afgan sineması bir kimliğe kavuşsun diye çabalıyorduk. 82’nin ağustos ayında Türkiye’ye geldim; ilk Adana’ya geldim, oradan Antep’e gittim, nüfus cüzdanımda da Antep yazar.
Türkiye’de sektöre nasıl girdiniz?
Yeni geldiğimde Türkçe bilmiyordum, küçük çocuklarımla birlikte geldim. Antep’te çocuk tiyatrosu yapmaya başladım, böylece Türkçe öğrenmeye başladım. Türkiye’yi tanıdım; kasaba kasaba, köy köy gezdik, tiyatro yaptık. Sonra ‘İkinci Bahar’ın ekibi Antep’e geldi, oyuncu seçeceklerdi. Şener Abi (Şen), dizide babasını Urfa’dan getirecekti. Bir arkadaşım haber verdi bana da, Türkçem iyi değildi, korka korka konuşuyordum, orada 34 kişi arasından beni seçtiler. En büyük referansım oldu üç bölüm Şener Şen’le oynamak. Sonra TRT’de ‘Vasiyet’ adlı bir dizide oynadım, Zuhal Olcay’la ‘Hiçbir Yerde’de rol aldım. İlk sinema filmimdi. ‘Berivan’da birçok insan kendiyle özdeşleştirdi. ‘Sıla’da, Cemal Hünal’ın da olduğu ‘Kış Masalı’ dizisinde rol aldım. ‘Haziran Gecesi’nde Naz Elmas’ın babasını canlandırdım, ‘Kurtlar Vadisi’nde Abuzer Kömürcü karakterini... Fransız ve Danimarkalılar ile kısa film çalışmalarımız oldu. Bahman Ghobadi ile ‘Gergedan Mevsimi’nde çalıştım. En son da Ben Affleck ile çalıştığım ‘Argo’ birçok ödül aldı. Törende de benim olduğum sahne gösterilmiş...

'Affleck sahneyi gerçek zannetti'


‘Argo’ya seçilme süreci nasıl gelişti?
Yabancılarla genelde Harika Uygur’un vasıtasıyla buluştum, çalıştım. Yardımcılarından birini görevlendirdi. “Ben Affleck seni görmek istiyor” dedi. Sonra gittim görüştük, havalı biri değil Ben Affleck, mütevazı biri. Doğaçlama olarak Farsça oynadım. Bir gün sürdü, çok güzel geçti.

Yani bir metin, senaryo yoktu, öyle mi?
Yoktu. Sadece söyledi; “Karakter bu, bir protesto sahnesi” dedi. Ben de havaya girdim. 
Nasıldı Ben Affleck ile çalışmak? Haberler çıkmıştı seti terk etti sizin oyununuzdan sonra gibi?
Ben bir gün çalıştım, teknik daha ön plandaydı tabii, biz daha çok duyguya önem veriyoruz.
Panik  oldu, seti terk etmedi ama sahneyi durdurdu. Gerçek zannetti.  Doğaçlama çok güzel, bir metine bağlı kalmak insanı belli bir çerveye hapsediyor. Mesela Kurtlar Vadisi’nde oynadığım karakter de çerçevesizdi.
Argo’da kadın oyuncu fotoğraf çekiyordu dükkanda, ben de dedim “Neden çekiyorsun, kimsin benden izin aldın mı?” diye bağırdım çağırdım. Sonra fotoğrafı vurdum yüzüne; epey telaşlandılar, bütün set... Deşarj oldum rol yaparken.
Sahneden sonra elini öptüm ve “Execuse me!” dedim.
Bahman Ghobadi’nin çalışma tarzından bahseder misiniz?
O da çok ilginç, Ghobadi’nin hiç senaryosu yok. Doğaçlama çekiyor. Sadece bir kağıt parçası var arada bir not alıyor. Yakında onunla da çok güzel bir projemiz olacak.
Bu kadar farklı ve çok karakter oynamak ne hissettiriyor?
Oynadığım karakterleri hep sevdim benimsedim, ondan sonra oynadım; oynamadım yaşadım. Her karakter oyuncunun evladı gibidir, onu ne kadar iyi yetiştirirsen o kadar sağlıklı büyür. Mesela “Kurtlar Vadisi”ndeki karakteri ben öyle yorumladım ki bizim aramızda var. Ama Sakarya Fırat dizisinde felsefi, mistik yönü olan Sıtkı Dede’den etkilendim en çok, duruşuyla, ağzıyla, konuşmasıyla beni çok etkiledi. Ben yaşadıkça Sıtkı Dede olacak kafamda. Ben oyuncuyum; bir gün papazım bir gün imam, bir gün şair, bir gün derviş, bir gün psikopatım.
Hollywood’a gideyim daha başka da projelerde yer alsam diyor musunuz?
Tabii her oyuncunun arzusudur. Ama Türk Hollywwod’u olsun istiyorum daha çok. Keşke Zeki Demirkubuz’lar, Yeşim Ustaoğlu’lar, Nuri Bilge Ceylan’lar çoğalsın inşallah. Neyimiz eksik bizim Batı’dan.
Gençler geliyor şimdi sinema okuyan, eminim çok güzel şeyler yapacaklar, kısa filmlerinde de rol alarak destekliyorum  hep onları.
Yakında bir dizi, sinema  projesi var mı?
Dizi şu an yok, görüşmeler devam ediyor.
Çok güzel bir sinema projesi var, muhteşem bir film, uluslararası bir castı var. Al Pacino ile görüşmüşlerdi hatta. ‘Çağrı’ gibi bir film. Peygamber zamanında bir komutan vardı: Halid bin Velid. Onun hayatını anlatacaklar. Büyük bir prodüksiyon olacak.  Fas’ta çekilecek. Yapımcısı Fida Film. Beş-altı ay sonra çekilecek. Bu kadar söyleyeyim.
(Hafta Sonu Dergisi- 13 Mart 2013)

röportaj: Özgentürk: Bizim yaptığımız cesarete ortak olmak


Nebil Özgentürk’ün yazıp yön ettiği 13 bölümden oluşan ‘Sanatımızın Hatıra Defteri’ belgeseli, ilk bölümüyle 1 Mart Cuma günü saat 21.45’te CNN TÜRK’te başladı. Özgentürk, “Belgesel geçmişin izini sürer, geçmişin alacağını hatırlatır” diye vurguluyor.
Türkiye’de belgesel denilince ilk akla gelenlerden, usta bir isim Nebil Özgentürk. Bu kez yine çok başarılı, çok emek harcanmış, sanatçıların cesaretleri ne tanık olacağımız bir belgesel dizisiyle karşımızda... 

Kimler destek oldu bu projede?
‘Sanatımızın Hatıra Defteri’ gerçek anlamda dostlar sofrasını buluşturdu. Yani çok dostu oldu projenin. DenizKültür- DenizBank başta, belgesel deyince açıkçası akan sular durdu. Cihan Ünal bazen tiyatrosuna, bazen dersine ara vererek seslendirme için stüdyoya taşındı. Ünlü çizgi ustaları Ergün Gündüz ve Kutlukhan Perker de eserleriyle gönüllü gibi çalıştılar. Ve Can Atilla arkadaşım, can dostum, bence bugüne kadar yapılmış en iyi belgesel müziklerine imza attı. Kısaca, ‘Sanatımızın Hatıra Defteri’, tabii ki pahalı bir bütçeyle ortaya çıktığı gibi destekçileriyle de benim için unutulmazlar arasına girecektir. 

Belgesel yapmak hep daha zor, daha çok cesaret gerektiriyor gibi geliyor bana, öyle mi? Zorluklar yaşadınız mı?
Evet, tabii ki. Hele ki acılarla örülmüş bir ülkenin kültür sanat tarihine ilişkin bir çalışma yapıyorsanız, cesaretli olmanız gerekiyor. Belgeseli izleyenler aslında cesur sanatçıların ödünsüz savaşımlarına tanık olacak. Bir şiir yüzünden hapse giren, bir film için aylarca sansür kapılarında boğuşan sanatçıların cesaretlerine tanık olacak. Bizim yaptığımız o cesaretlere ortak olmak. O cesur mücadelelerini sergilemek. Bu arada tabii ki zorluklar yaşadık, 100 yıllık bir dönemden bahsediyoruz. Arşiv görüntüsü konusunda çok sıkıntılar çekildi. Yeni bir hikaye aramak, bulmak için çok ağır bir araştırma dönemi geçirildi. Bir de anlatım yöntemini seçtiğimiz için kurgusu zor bir proje oldu. Arkadaşlarım muhteşem performans gösterdiler.

Ülkemizde belgesele gereken değer veriliyor mu?
Tabii ki yeteri kadar verilmiyor. Bizde yarışma ve dizilerden fırsat kalmaz! Ama çok ve keyifli bir durum ki, yine de belgeseli ‘gurur’ vesilesi yapan kanallarımız var. Açıkçası CNN TÜRK belgesel konusunda oldukça duyarlı, ısrarcı ve elbette çok da iyi izleyici elde ediyor. Bu çok sevindirici bir durum. Çünkü arz söz konusu olduğunda talep çoktan geliyor. Bir de belgeseli günlük hayatta ‘kalite’nin karşılığı olarak gören milyonların olduğunu unutmamak gerek. Tabii ki belgesel iki arada bir derede gidip, geliyor! 

Dünyada ve ülkemizde belgeselci olarak kimleri beğeniyorsunuz?
Mehmet Ali Birand’ı çok arayacağız. Belgeseli sokağa taşımış ustalarımızdan biriydi. Ekibiyle birlikte muhteşem işlere imza attı. Ve ekibi de, başta Can Dündar olmaz üzere son 20 yıl boyunca olağanüstü performanslar gösterdi. Derken Rıdvan Akar, Coşkun Aral, Mithat Bereket de bağımsız olarak asli ve kalıcı işler yaptılar. Genç kuşaktan Cengiz Özkarabekir’i de çok beğeniyorum. 

Bundan sonraki projeleriniz neler?
Neredeyse 700 dakikayı bulan ‘Sanatımızın Hatıra Defteri’ o kadar beyin kıvrımlarına işledi ki... Proje çok ama keyifle ve seyirciyle birlikte ben de izlemek istiyorum haftalarca. Bu ülkenin kuytu noktalarında belgesel olmayı bekleyen çok konu ve hikaye olduğunu bilmek gerek.
(Hafta Sonu Dergisi- 06.03.13)

Samanyolu TV’de ‘Sit-com’ nasıl olur?

Samanyolu TV, son yıllarda birçok kanala rakip oldu ve izlenme oranlarında ilk beşte yer alıyor.
Konuşulan dramalara imza atıyorlar. Ancak kanal yeni bir türe, sit-com yayınlamaya hazırlanıyor.
Adı ‘Evlilik Okulu’. Sit-com denilince ülkemizde ilk akla gelen isimlerden Birol Güven, dizinin yapımcılığını üstleniyor. Başrollerde Açelya Akkoyun ve Hakan Vanlı yer alıyor. STV’de yer alacak bir sit-com’un pek suya sabuna dokunmayacak, titizlik gerektirecek bir senaryoda olacağı şimdiden kesin.
‘Evlilik Okulu’, üç çocuğu olan ve boşanmak isteyen bir çiftin, mahkeme tarafından evliliklerini kurtarmak üzere evlilik okuluna gönderilmelerini anlatacak.
Tutar mı? Bence tutar!


İthal bir jön geliyor
Reklamlardan tanıdığımız İspanyol Carlos Martin, atv’de başlayacak ‘Şaşkın Damat’ dizisi ile ekrana gelmeye hazırlanıyor ve Türkçe dersleri alıyor.
Mayıs ayında yayınlanması planlanan dizide Carlos’a, ‘Leyla ile Mecnun’dan talihsiz bir şekilde ayrılan ve ‘Kırmızı’ adlı sinema filmiyle karşımızda olan Ezgi Aşaroğlu eşlik edecek.
Proje ise son yıllarda televizyonda dizilerden yana artık pek başarı yakalayamayan bir isme, Tayfun Güneyer’e ait.


Bu kez olmadı
‘Oldu Teşekkürler’, skeçler halinde kısa kısa yayınlanırken çok eğlenceli ve başarılıydı. Ancak uzun bir dizi yapılmaya kalkınca olmamış, daha geçen hafta ilk bölümü yayınlanan diziyi Show TV yayından kaldırmış. Mizah zor iş, dramdan çok çok zor bir iş.
Dizi çıkış noktası itibarıyla bence başarılı, parlak bir fikri vardı ancak bu senaryoya, çekimlere ve kurguya kesinlikle yansımamıştı. Yani skeçlerden uzun dizi olmaz, doğru mizah için senaristlere, kamera arkasına ‘İşler Güçler’i tavsiye ederim.
(Hafta Sonu Dergisi- 06.03.13)

Çok özel bir iş geliyor


Amerika’da sekiz sezon yayınlanan ve izlenme rekorları kıran, Altın Küre ve Emmy ödüllü ‘Monk’ dizisinin uyarlaması olan ‘Galip Derviş’, yakında Kanal D’de başlıyor. NBC Universal’dan format hakları satın alınan ‘Galip Derviş’, bir komedi polisiye dizisi. Engin Günaydın-Galip Derviş, Algı Eke-Hülya, Orhan Güner-Başkomiser İzzet ve Ersin Korkut da Komiser Ahmet karakterlerini canlandırıyor. Bence harika bir cast yapılmış yerli ‘Monk’ için, bundan daha uygun karakterler bulunamazdı.
Dizinin başkahramanı, eski bir komiser olan ve obsesif kompulsif kişilik bozukluğu nedeni ile açığa alınan Galip Derviş. Adrian Monk’u canlandıran Tony Shalhoub ve Engin Günaydın’a baktığımda ‘cuk’ diye oturuyor role. Algı Eke, fettan bir karakteri canlandıracak ancak tahminim seçilmesinin nedeni de o masum görüntüsü. O görüntüden fettan çıkarmak merak uyandırıcı...
Dizinin senaryo uyarlaması ise birçok diziden tanıdığımız Ahmet Saatçioğlu’na ait. Yönetmeni Barış Pirhasan ve görüntü yönetmeni ise Altın Portakal ödüllü Eyüp Boz. Sadece kamera önü değil, kamera arkası da çok özel isimlerden oluşuyor.
Benden uyarması televizyon tarihimiz için çok özel bir iş geliyor!

Acun mu Osmantan mı?


Osmantan Erkır, uzun bir aradan sonra ‘Popstar Alaturka’ ile yapımcılığa dönüyor. Hatırlarsanız, Acun Ilıcalı’ya isyan etmişti bir programda, kendi programının gecikmesinin sorumlusu olarak. Popstar kadrosu öncelikle bu kez daha da güçlenmiş. Bülent Ersoy, Orhan Gencebay, Demet Akalın ve Serdar Ortaç jüri üyesi.
Sunucu olarak bu kez Osmantan Erkır’ın kendisi değil, daha önce Acun’un programlarında yer alan Burcu Esmersoy’u izleyeceğiz. Bunu ben, kanalın Acun ve Osmantan arasında ılımlı bir atmosfer yaratma çabası olarak gördüm. Acun ise ‘Survivor’ kadrosuyla gündemde.
Osmantan’ın jürisi Acun’un kadrosunu geçebilir ara ara ama asla ezip geçmez. İzleyici, format olarak ‘Survivor’ı seviyor, insan hikayesi dinlemek istiyor, izleyici her zaman sever. Acun’un formatlarındaki en büyük öne çıkan avantajı da bu ve bunu çok iyi aktarabilmesi.
(Hafta Sonu Dergisi- 27 Şubat 2013)

Memet Ali Alabora : Bir dönüşüm başladı



Memet Ali Alabora, şu ara ‘Mi Minör’ adlı sıra dışı oyunla karşımızda. Hem oyuncu, hem ilk yönetmenlik denemesi yapıyor. Alabora ile oyunu, Oyuncular Sendikası’nı, dizileri, ‘Heberler’i ve dahasını konuştuk
Setlerde çalışma koşulları bir televizyon yazarı olarak benim en çok önem verdiğim konu ve birçok kez yazdım. Açıkçası sektörde somut adımlar atan, öncü olan en özel isim kesinlikle Memet Ali Alabora. Alabora, Oyuncular Sendikası ile bir dönüşüme imza atmakta. Dahası mı? Bu röportajda...

‘Mi Minör’ bize ne anlatmak için yola çıktı? Oyunun yazarı Meltem Arıkan “Mi sesi; kadın sesini ve isyanın sesini temsil ediyor” diyor. Oyun nelere isyan ediyor?
‘Mi Minör’ bizim aslında şu an içinde bulunduğumuz yönetim üzerine düşünmeyle ortaya çıktı. Yani bugün demokrasi diye bize sunulan ve en ideal olarak görülen, ulaşılması en iyi yönetim biçimi olan demokrasinin nasıl bir şey olabileceği ile ilgili kafamızı açmak, onu sorgulatmak, demokrasi kavramıyla oynamak için yazıldı aslında. Bunu da anlatırken tabii kadının yeri ‘Mi Minör’de çok önemli. Ama bir kadın oyunu da değil sadece. ‘Mi Minör’ doğrudan, bugün işleyen ve bize en ideal gibi gösterilen, aslında dünyanın her yerindeki yönetim biçimleriyle ilgili bizi düşünmeye sevk eden, ajite etmeye çalışan bir oyun.
İzleyicinin daha çok kendisine bakmasını sağlayan bir oyun diyebilir miyiz?
Evet. İzleyicinin içine girmesini ve kendi tepkilerini bizatihi oyunun içinde görmesini hedefleyen bir oyun. Çünkü bir taraftan ne anlatmak istediği var, bir taraftan da nasıl anlatmak istediği var. Sanki ne anlatmak istediği kısmı yazar olarak Meltem’le, nasıl anlatmak istediği kısmı ise yönetmen olarak benimle ilgili. Bunu oyun üzerinden, oynamak üzerinden anlatmaya çalışıyorum. Her gün sokakta, televizyonda, medyada karşılaştığımız olayların içinde birebir, kısa bir süre yaşayarak onun üzerinden kendimizi sınamamızı sağlamayı hedefliyor. Daha önce tanık olmadıkları bir deneyime tanık olacaklar. Oyunun bir başka tarafı da şu; gelemeyenler olursa http://pianist.miminor.net/ sitesine girerek oradan canlı olarak oyunu izleyebilirler. Çünkü oyundaki piyanist karakteri bütün olup bitenleri telefonundan çekiyor. Aynı zamanda Twitter’da da izleyenler #miminör yazsınlar. Tweet’leri takip etsinler ve böylece Pinima ülkesinde olan olayları, isyanları izleyecekler. Eğer bizim kafamıza girerlerse onlar da bir rpg’nin yani role playing game rol oynama oyununun içinde yer alabilirler. Artık seyircilerimiz de örgütlenmeye başladılar. 
Dünyada bir oyun ve dijital entegresyon olarak ilk mi?
Sosyal medya üzerinden bir rpg oynanan ve bunun tiyatroya entegre edilmiş dünyada ilk örneği ‘Mi Minör’. 
Oyunu izlemek için en yakın tarihler ne zaman?
3-10-17 ve 24 Mart’ta Refresh The Venue’dayız. 
Oyunun geçtiği Pinima ülkesi, Pi Sayısı’ndan mı geliyor?
Pi Sayısı, Pinima ülkesinin geldiği yerlerden bir tanesi ama kendine özgü bir ülke Pinima.
Darren Aronofsky ile Alldesign 13’te söyleşi yaptınız, onun hakkında ne düşünüyorsunuz? Onun da ilk uzun metraj filminin adı ‘Pi’ idi, güzel bir tesadüf değil mi?
Evet... Bir film nasıl tasarlanır, Aronofsky filmlerini nasıl tasarlıyor gibi konular üzerinden konuştuk. Çok özgün bir yönetmen, bugüne kadar sadece beş film çekti, altıncısı geliyor. Bu kadar az filmle her seferinde bambaşka bir şey yapan nadir yönetmenlerden bir tanesi. 
Oyuncular Sendikası kurulurken hedefleriniz nelerdi, şu anda bu hedeflerin ne kadarı gerçekleşti?
Oyuncular Sendikası’nın en temel hedefi Türkiye’de, oyunculuk mesleğinin uluslararası standartlarda yapılmasını sağlamak ve gerek çalışma koşulları, gerek diğer koşullar açısından uluslararası bir standarda gelebilmesi için mücadele ediyoruz. Emeğimize sahip çıkıyoruz aslında. Bunu tek tek, satır başı yaparsak; şu anda sendika olarak temelde dört işle uğraşıyoruz: İlki setlerde iş sağlığı ve iş güvenliği. Sine-Sen ile ortak bir çalışma yürütüyoruz. Tüm çalışma koşulları; mesai saatleri, sigortalılık, ücret üzerine çalışıyoruz. Bununla ilgili de yepyeni bir projeyi lanse ediyor olacağız. Çocuk oyuncular için bir kanuni düzenleme için, Mesleki Yeterlilik Kurumu ile de oyunculuk mesleğinin tanımlanması için çalışıyoruz. Bunun dışında tabii ki gerek Şehir Tiyatrosu, gerek seslendirme sanatçıları için eylemler, aktiviteler yapıyoruz. 
Oyuncuların sendikaya katılımı nasıl? Duyarlılıkları ne düzeyde?
Sendikanın binden fazla üyesi var şu an, her geçen gün de artıyor. Bu örgütlü bir mücadele sonuçta ve bu örgütlü mücadele de, örgütlü bir şekilde devam ediyor.
Şu anda çalışan oyuncu sayısı ile kıyaslarsak?
Şu anda dizilerde 844 oyuncu oynuyor. Bu rakamın 300’den fazlası üye. 
Peki üye olmayan oyuncuların gerekçeleri ne?
Kimisi vakitsizlikten kimi tercih etmemiş olabilir. Kimi de denk gelmemiş. 
Set koşullarının ve diğer sorunların düzelmesinin kesin çözümü ne sizce?
Çok net; çözümü kanunlarda yatıyor. Setlerde çalışanlar kendileri için özel, ayrıca bir şey istemiyorlar. Şu andaki kanunlar bizim setlerimizdeki çalışma koşullarını düzenlemek için tamamen yeterli. Ayrıca ek bir kanuna da ihtiyaç yok. Bugün iş kanununda çalışma koşulları, saatleri net olarak bellidir. Ancak bize tüzük gerekebilir; sinema-televizyon alanında. Zaten biz de onun için çalışıyoruz. Tabii ki sadece devletin denetlemesini beklemek yetmez, kendi öz denetimimizi yaratmalıyız ve bunu yaratıyoruz. Proje dediğim de bu. Burada herkese büyük görev düşüyor. Herkesin oynaması gereken bir rol var; devletin, set emekçilerinin, yapımcıların, kanalların... Herkes üzerine düşen bu rolü yapmalı, aksi takdirde bu sürdürülebilir bir piyasa olmayacak.
Dizi süreleri azalırsa daha az kazanırız diye düşünen oyuncu var mıdır sizce?
Oyuncuların daha az para alacakları için oynamayacağı bir durumu düşünmüyorum ben. Oyuncular her zaman alacakları paraya bakmazlar. Çoğu zaman çok sevdikleri bir işte ücretsiz bile yer alırlar, en azından benim tanıdığım ve pratikte gördüğüm oyuncular.
Örneğin biz üç yıldır Heberler diye bir program yapıyoruz ve çok mutluyuz böyle bir program yaptığımız için. Normalde TV'den yaptığımız bir işten kazanacağımız şeyleri kazanmıyoruz. Ama orada çok severek, isteyerek bu işi yapmaya devam ediyoruz hepimiz. 
Oyunculardan çok fazla şey mi bekleniyor?
Oyunculardan çok fazla şey bekleniyorsa oyuncular bir örgüt kurdular. Ve bu örgüt sektörde sigortalılığın konuşulabilmesini, sektörün göz önünde olup sürekli denetlenmesinei çalışma koşullarının gündemde tutulmasını sağladılar. Çok ciddi sigorta denetimleri başladı. Bugün sigortalılık oranı geçen zamanlara göre değil. Yani bir dönüşüm başladı. Artık çalışma saatlerinin düzenlenmesi için birçok yapımcı harekete geçti. Bu böyle birden olmadı, iki yıllık yoğun bir çalışmanın ürünü. Oyuncular üzerlerine düşeni bir hayli yaptı.
Devamında da hep birlikte gitmeliyiz dediğim gibi. Bizim biraz oturup sektör olarak konuşmamız lazım maalesef diyalog pek becerilen birşey değil, bu konuşacağımız şeylerin bazıları da pazarlık olacaktır, pazarlık alışkanlığımız yok. Ancak sendikaların işi zaten pazarlık yapmaktır. Yapılması gerekenlerden biri de bu, bunun için daha fazla zemini oturtmalıyız.

‘Şebnem Bozoklu, Heberler kadrosuna katılıyor’


Heberler'in ilk çıkış fikri nasıldı?
Heberler Levent Kazak’ın fikriydi ama bu bir heber değil haberin ta kendisi biz programa başladıktan sonra çıktı. Çünkü bir süre sonra baktık ki bazı haberler va ronları evirip çevirip esprisini yapmak mümkün değil.  Böyle bırakalım ve bu bir heber değil haberin ta kendisi diyelim.
Hatta bir gün o kadar çok birikti ki. Biz şöyle yapıyoruz programı bütün haberler bir havuzda toplanıyor. Sonra haftanın akışını çıkartıyoruz. Bir gün bir baktım o kadar çok heber değil haber var ki gel Levent bütün bir programı böyle yapalım ve bütün programı 15 dk böyle yaptık.
Ben özellikle sinema eleştirmeni Murat Ertan’ı çok beğeniyorum...
Sevin Okyay da çok beğeniyormuş. Sevin Abla’yı konuk edeceğiz bir gün programa.
Yeni bölümler, karakterler olacak mı programda, ya da yenilikler?
Yeni bir oyuncu gelecek Heberler’ê, kadromuza. Baskılara dayanamadık ve bir kadın oyuncu geliyor. İlk defa açıklıyorum size. Şebnem Bozoklu katılıyor.
Heberler, ana kanallardan birinde yayınlanacak mı?
Şu anda yok, ana kanalların bizi çok kısıtlayacağını düşünüyoruz, zorlayıcı olur. Olduğumuz yerden çok mutluyuz;  böyle sürdürmeyi, çok istiyoruz.

‘Dizilerde olmamak da bir tercihtir’


Yılan Hikayesi’ne dönelim, bence tv tarihimiz için çok önemli bir iş, sizin hayatınızdaki önemi ne?
Benim kitlelerce tanınmamı sağlamış bir iştir. Bir televizyon fenomeni, etkisi bugüne kadar devam eden ve hala unutulmamış. Üç sene boyunca uyumlu bir ekip olarak çalıştığımız, hiç unutmayacağım beni tanıyanların da unutmayacağı bir iş.
Sonrasında dizilerde rol almanız nasıl oldu?
Daha sonra sadece üç tane dizi yaptım. Uzun soluklu olmadılar. Altı yıldır da hiçbir dizide oynamadım.
Teklifler geliyor değil mi?
Tabii her yıl birçok dizi teklifi geliyor.
Neden yer almıyorsunuz?
Sadece kendi izleyeceğim işlerde oynamak istiyorum. En son Karınca Yuvası’nı yaptıktan sonra zaten 3 yıl boyunca Garaj İstanbul’daydım vaktim yoktu. Sonra başka sevdiğim işleri yaptım. 3 yıldır da Heberler’i yapıyoruz. Dolayısıyla tercih etmedim. dizide oynamayınca ya hiçbir şey yapmıyor ya da insanlar sizi tercih etmiyor zannediliyor. Ama bir insan dizi yapmamayı da tercih edebilir. Bu bir tercih olamaz zannediliyor. Ben tercih ettim, başka işler yapmayı tercih ettim, dizide çekeceğime.
Şu ara bir dizi projesi var mı gündemde?
Kanal D’de yeni başlayacak Galip Derviş dizisine 5. Bölümde konuk oldum.
Oyuncular çok kazanıyor gibi de bir algı var?
Bu bir efsane gelin hep birlikte yıkalım. Türkiye’de onbin oyuncu olduğunu tahmin ediyoruz. Bunların beşbin ile yedibin arasında aktif oynadığını biliyoruz. İstihdamın sürekli olmadığı, doğru düzgün bir sigortalılık sitemi olmadığı için emekliliğinin sağlığının olmadığı bir sektörden kaygan zeminden söz ettiğimiz zaman buna göre bölüm başı bu kadar alıyor gibi kolay bir hesap olmadığı çok net olarak görülebilir.
Sinema, tiyatro, televizyon oyunculuğu... sizce hangisi?
Bence tamamen ne yaptığınızla ilgili. Yaptığınız işin, söylediğiniz şeyin değeriyle ilgili bir şey bu. Bir tiyatro oyununda içi boş bir oyunda oynuyorsunuzdur ama tvde de Heberler gibi bir işin içindesinizdir. Benim için en değerli şey oynamak, oynuyor olma hali yani.
(Hafta Sonu Dergisi- 27 Şubat 2013)