19 Ağustos 2013 Pazartesi

İsmail Ege Şaşmaz: "Önemli olan yetenek ve oyunu nasıl verdiğim"

İsmail Ege Şaşmaz, Kanal D’de yayınlanan ‘Güneşi Beklerken’ dizisindeki
oyunculuğuyla hayatımıza girdi . Keşfedilme ve başrol olma hikayesi de ilginç. Şaşmaz, bulunduğu projeden çok mutlu. “Hayatımda ilk defa böyle bir şey yaşıyorum ve umarım devam eder. Yaptığınız işin insanlar tarafından be ğeniliyor olması mutluluk ve heyecan verici” diyor.
İsmail Ege Şaşmaz’ı ekranda gördüğünüzde pırıltısı fark ediliyor, genç kızların dikkatini
de yakışıklılığıyla çekiyor. Ancak ona göre yetenek ve oyunu nasıl verdiği daha önemli...
 "Önemli olan yetenek ve oyunu nasıl verdiğim"
Oyunculuğa nasıl başladınız?
İlkokul 8. sınıftaki okul mezuniyet münazarasında sunuculuk yaptım ve bu benim sahne korkumu
yenmeme vesile oldu. Lise 1’deyken ‘Acil Servis’ adlı oyunla Manisa Belediyesi Liseler Arası
Tiyatro Yarışması’nda ekipçe ödül aldık. Oyunculuk hayatım da bu küçük adımlarla başlamış oldu.

Alaylı mısınız?
Yarı alaylı diyebiliriz, lisede tiyatroya devam ettim. Lise bittikten sonra Manisa
Belediye Konservatuvarı Tiyatro-Oyunculuk Bölümü’nü erkeklerde birinci olarak kazandım.
Burada eğitimimin sadece bir yılını geçirebildim ve ardından İstanbul’a geldim.
Eğitim ne kadar önemli? Aslında yetenek kadar eğitimin de önemli olduğunu düşünüyorum.
Her ne kadar konservatuvarı sadece bir yıl okuyup bırakmak durumunda kalmış olsam
da bana çok şey kattı ve bugün de faydasını görüyorum. Eğitimime de bıraktığım yerden
önümüzdeki sene devam etmeyi planlıyorum.

‘Güneşi Beklerken’e seçilme süreci nasıldı? Neler hissettiniz?
Çok heyecanlıydım, senaryonun konusu, oynayacağım karakter, en önemlisi de yönetmenimiz, her şey
çok iyiydi ve bu ekipte olmayı çok istiyordum. İlk görüşmemden sonra bir gece etkinliğinde
süpervizörlük yapıyordum ve İrfan Şahin ile karşılaştık, konuştuk. Her şey bir bakıma
orada değişti. Kadroya dahil olduktan sonra da ilk dizimde başrol oynuyor
olmak benim için çok büyük bir fırsattı ve beni çok heyecanlandırdı.

Diziyi kabul etme nedenleriniz neydi, canlandırdığınız karakter Barış etkili oldu mu?
Öncelikle senaryoyu okuduğumda konusu çok hoşuma gitti. Barış’ı çok sevdim ve okurken bile gözümde
canlandırmaya başladım. Yönetmenimizin kim olduğunu, kadroyu ve Kanal D’de olduğunu duyunca
mutlaka bu işin içinde yer almak istedim.

Barış nasıl bir karakter sizce? Gözlemlediğim kadarıyla çok vicdanlı ve haklıdan yana. Bu durum da Kerem ile arasını bozuyor, değil mi?
Barış, vicdanlı, kendi halinde, sakin, haklıdan yana olan bir çocuk. Anne ve babası o daha küçükken
bir trafik kazasında öldüğü için anneannesi tarafından büyütülmüş. Kerem ile olan ilişkisi için de
aslında kardeş kavgası desek daha doğru. Daima kavga ve barış olur kardeşler arasında...

Set ortamı nasıl?
Sete ilk başladığımızda yönetmenimiz Altan Hoca’nın bir sözü vardı. “Biz bir aile olacağız” demişti
ve kısacık bir zamanda bir baktık ki olmuşuz. Ben de bu ailenin içinde yer almaktan son derece
keyif alıyorum.

Emre Kınay deneyimli bir oyuncu, sizlere tavsiyelerde bulunuyor mu?
Evet, Emre Hocam senaryoda ya da oyun vermede sıkıştığım konularda daima yanımda. İlk projemde böyle
bir hocayla çalışma fırsatı bulmak benim için büyük bir şans. Kendisine teşekkür ediyorum.

Yakışıklılığın avantajı ne kadar oluyor oyunculukta?
Tabii ki yardımcı oldu ancak önemli olan yetenek ve oyunu nasıl verdiğim.

Gençlerin size ve diziye tepkileri nasıl?
Hayatımda ilk defa böyle bir şey yaşıyorum, umarım devam eder, yaptığınız işin insanlar tarafından
beğeniliyor olması mutluluk verici. Beni gördüklerinde “Yeni bölümde neler olacak?” diye
soruyorlar ve işi ne kadar beğendiklerini anlatıyorlar.

15 Ağustos 2013 Perşembe

Arda Türkmen: 'Lezzetli yemekler, benim için hayat demek'

Arda Türkmen. CNNTÜRK’te Arda’nın Mutfağı ile evlerimize konuk oluyor. Aynı zamanda popüler mekanların işletmecisi olan Türkmen, “Doğal, samimi ve lezzetli yemekler demek, hayat demek benim için.”diyerek yemeğin kendisi için ne kadar önemli olduğunu belirtiyor.
Arda Türkmen, ekranda enerjisi yüksek bir şef, izleyicisi ve takipçisi çok fazla. Çoğumuz, Türkmen’i Çağan Irmak’ın Issız Adam filminin çekildiği Leblon’un sahibi olarak tanıdık. Türkmen, “O günlerde filmden çıkan Leblon’a Issız Adam’la tanışmaya geliyordu. diyerek mekana olan ilgiyi de anlattı.

Arda’nın Mutfağı’nda neler var, nasıl olmasına özen gösteriyorsunuz?
“Arda’nın Mutfağı” tamamen doğal, tamamen olduğu gibi. Evde, işte ne pişiriyorsam onlar var. Genelde ev ve arkadaş ortamlarında son derece rahat, kolay ve lezzetli yemekler pişirmeye çalışırım. Lokantada bu işin içine biraz daha zerafet, biraz daha sunumlarda şıklık oluyor. Ancak ister evde, ister arkadaş ortamında isterse programda olsun en vazgeçemediğim özellik doğallık. Doğal, samimi ve lezzetli yemekler demek, hayat demek benim için.

Peki programda genel olarak nasıl tarifler vermeye çalışıyorsunuz?
Ben insanlar evlerinde yemek yapsınlar, cesaret edemeyenler de cesaret etsinler istiyorum. Biraz ‘bu çocuk yapıyorsa ben de yapabilirim’ havası vermekte de hiçbir yanlış görmüyorum. Verdiğim tarifler aslında hayatın içindeki tarifler. Çevremizde bulabileceğimiz basit ve sıradan malzemelerle sıra dışı sonuçlar elde edebileceğimiz yemekler yapmaya çalışıyorum. Bazen özellikli bir ürün bulduğumda onu tanıtmaya, anlatmaya çalışıyorum. İstiyorum ki ‘a ben bunu CNN TÜRK’te Arda’nın Mutfağı’nda gördüm ‘ desinler. Mesela Şevket-i Bostan, mesela muskat, mesela kakule, mesela yıldız anason. Genellikle herkesin evde uygulayabileceği tarifler yapmaya çalışıyorum. Amaç, “ben yaparım, siz benim gibi asla yapamazsınız” demekten öte, “ben yapabiliyorsam siz de benim gibi hatta daha iyisini yapabilirsiniz” dedirtmek.

Sizce sağlıklı beslenmenin olmazsa olmazları neler?
Bu konuda çok uzman olmamakla beraber çok şey söyleyebilirim. Ancak bence sağlıklı beslenmenin en olmazsa olmazı dengeli beslenmektir. Bana soracak olursanız nasıl besleniyorsun diye, tamamen dengeli besleniyorum. Sabah kahvaltımı yapmaya gayret ediyorum. Öğlen protein ve karbonhidratlı bir menü tercih ediyorum. Akşam protein ve yeşillikli bir menü tüketmeye çalışıyorum . Tatlı pasta yiyeceksem mümkünse çok akşama kalmadan yemeye çalışıyorum. Bir gün eğer ipin ucunu kaçırıp çok yediysem ertesi gün mutlaka daha efendi uslu yemeye çalışıyorum. Haftada 3-4 gün tempolu spor yapıyorum, bisiklete biniyorum. Uykumu mümkün olduğunca düzgün almaya çalışıyorum.

Bir şef için aynı zamanda ekranda olmak nasıl bir duygu, avantajları neler oldu sizin için?
Ekranda olmak aslında benden çok yapımcım Özlem Erginay Karaca’nın hayaliydi. Bir gün başka bir iş sırasında benim yaptığım sunumu çok beğenip 6 ay beni ikna etmek için uğraştı. İyi ki de yapmış. Açıkçası ekranda olan için övgü de var yergi de var. Ben her ikisine de mümkün olduğu kadar eşit mesafede durmaya çalışıyorum. Dengeli ve tutarlı bir insan olmaya çalıştım bütün hayatım boyunca, ekranda da aynen böyle olmaya gayret ediyorum. Benim için ekranda olmanın avantajları insanlarla direkt iletişim kurabilmem oldu. Sosyal medyalarımı kendim yönetiyorum. Gelen her türlü eleştiriyi dinliyor, üzerinde düşünüyorum. İnsanların nelere eğilim gösterdiklerini daha iyi anlamaya çalışıyor ve bu yönde kendi lokantalarımda içerikleri ona göre oluşturuyorum.

Neden programlarınızda konuk almıyorsunuz, kişisel tercihiniz mi?
Bunu da denedik. İlk sezonun 10 bölümünde konuk aldık, baktık ki 30 dakikada ne konuğa konsantre olunabiliyor, ne yemeğe. Avrupa ve Amerika’da bunun gibi yüzlerce program var ve içerik sadece yemek. İnsanların ilgisini çekmek için konuk…vb yan faktörlerden ziyade yemek tek başına bir araç olsun istedik ve sanırım da bunu başardık. Bugünlerde televizyonda konuksuz sadece yemeği ön plana çıkartan birkaç tane daha program var. Demek ki oluyormuş.

Yemek yapmak bir sanat mı, ne dersiniz?
Valla bu aslında çok göreceli bir kavram. Aslına bakarsanız günün sonunda yemek yapıyoruz, atomu parçalamıyoruz, sanat tarihine geçecek kalıcı eserler bırakmıyoruz. Ancak bizim yaptığımız işin de bir artistik boyutu var ve bu asla inkar edilemeyecek kadar da önemli bir boyut. Mutfaktaki şeflerin, evde ocak başında kaşık sallayan annelerin mutlaka sanatsal bir yönü, bir ince zevki vardır ve olmalıdır diye düşünüyorum. Yani anlayacağınız ben kendimi hayata eşsiz eserler yaratmaya gelmiş bir sanatçı snopluğunda görmemekle beraber, çevremdeki olaylardan ve ürünlerden beslenerek sanatçı dokunuşlarıyla yemek yapan basit bir insan gibi görüyorum.

Yemek konusunda şunu da yapmalıyım dediğiniz neler var, yeni projeleriniz var mı? Yoksa hedeflerime ulaştım artık mı diyorsunuz?
Aslında  kadar çok şey var ki, içimdeki istek, yanan ateş bir türlü sönmedi yıllardır. Yapmak istediğim çok proje var. Ben üretmeyi, düşünmeyi ve hızlıca karar alıp uygulamayı seven bir insanım. Hayattan bu şekilde besleniyorum. Hedeflere ulaşmak ne kelime, daha yolun başında gibi hissediyorum kendimi. Daha yapmam gereken bir Arda’nın mutfağı yemek kitabı, farklı konseptlerde yeni mekanlar açmak gibi projelerim var.

Diğer ülkelerin mutfaklarıyla bizim mutfağımızı kıyaslayabilir misiniz?
Bizim mutfağımız bana kalırsa eşsiz. Uzun pişen yemekler, tencere yemekleri, mezeler, çorbalar zeytinyağlılar hepsi başlı başına birer tez konusu olur. Ancak biz maalesef pazarlama konusunda eksiğiz. Fas’ın dünya mutfağına sunduğu ve Fransızların da etkisiyle tanıttığı Tajine, bildiğiniz bizim güveç, ya da Uzak Doğu’nu Vok’ta pişen yemekleri... Ama bunu öyle bir pazarlıyorlar ki sanırsınız yemek konusunda bir devri Alem. Bizde mesela bir zeytinyağlılar başlığı var ki, ucu bucağı yok. Zeytinyağı ile pişirilen, soğutulup yenilen lezzetli bir klasman ve dünyada başka hiç bir mutfakta olmayan bir teknik. Ancak biz bunu maalesef pazarlayamıyor, sahip çıkamıyor ve tanıtamıyoruz. Kıyaslamak gerekirse bence kıyas kabul etmez bir oranda lezzetli ve bambaşka bir mutfağımız var ancak hakettiği dünya değerinin yanına bile yaklaşamıyor maalesef.

Issız Adam’ın sizin mekanınız Leblon’da çekilmesi nasıl gelişti?
Tamamen tesadüf. Yapım firmasının o yıllarda Catering işlerini yapıyordum. Çağan Irmak mekan gezerken girmiş beğenmiş sonra yapım firması mekanın benim olduğumu fark edince 2 saatte oturup anlaştık ve çekimlere başladılar. Çekimler 3 gün sürdü, sonra da Leblon Issız Adam’ın mekanı olarak anılmaya başlandı.

Ne hissettiniz? İnsanlar epey konuşmaya başladı fazla ilgi oldu sanırım o dönem, şu an nasıl?
Filmin Leblon’un tanınırlığına ciddi katkısı oldu elbette, ancak sadece filmin rüzgarına güvenip serseydik, bugünleri görmemiz mümkün olmazdı. Leblon 6’ncı senesini doldurdu ve Asmalı Mescit’in zor durumuna rağmen hayatına devam ediyor. O günlerde  öğle akşam demeden servis veriyorduk. Filmden çıkan Leblon’a Issız Adam’la tanışmaya geliyordu. Ancak biz ıssız adam yerine lezzetli yemekler ve düzgün bir servis vadettik ve bugünlere geldik .

Yeni mekanınız Forneria’nın konsepti ,menüsü nasıl?
Forneria şehrin en hızlı gelişen ve yükselen semti Karaköy’de, biraz daha İtalyan, biraz daha Akdenizli. Taş fırını var ve o fırında pişen lezzetli pizzaları var. Farklı çeşitlerle bezenmiş paylaşımlık Antipasti tabakları var. Fırında uzun pişen güveç yemekleri var, hafta sonları için lezzetli kahvaltılık alternatifleri var, el açması makarnaları ve özel yapım ekmekleri var. Anlayacağınız Karaköy’ün keyifli tadına uyan, Arda’nın mutfağının doğallığını yansıtan bir havası var.

Son olarak Bayram Sofrası’nda mutlaka neler olmalı sizce?
Bence bayram sofrası bol ve bereketli olmalı. Geleneksel Türk yemeklerinden oluşmalı, zeytinyağlılar olmalı, lezzetli bir pilav olmalı, nefis bir ana et yemeği olmalı, enfes birkaç çeşit tatlı olmalı… Ama en çok sevgi olmalı, aile olmalı, hem de birkaç jenerasyon bir arada. Ben o tip bayram sofralarında büyüdüm, rahmetli Erin ve Esin teyzemin ellerinden çıkan harika yemekler, sevgi dolu bir aile ortamı , paylaşılan lezzetler, kahkahalar, anılar ve güzel hatıralar ile... İşte benim gözümdeki bayram sofrası bu.
(07.08.2013 Hafta Sonu Dergisi)

Ah basın özgürlüğü…

+ 1 kanalında deprem hızlı oldu ve usta haberci Uğur Dündar ve ekibi apar topar ara verdikleri kanaldan ayrılma kararı aldı. Halbuki büyük umutlarla başlayan bir kanaldı. Uğur Dündar, yönetimin haberlere müdahalesi sonucu görevini bırakma kararı aldı. NTV’den yayın politikası nedeniyle ayrılan ve epeydir ortalıkta görünmeyen Banu Güven’in dönüşü umut vericiydi. Gazetesiyle yolları ayrılan Ece Temelkuran da + 1’deydi. Hepsi haberciliğine ve duruşlarına güvenilir isimlerdi. Çok üzücü; basın özgürlüğüne maalesef bir darbe daha... Şu an ütopik duruyor bu koşullarda ama umarım gerçekleşeceği günleri görürüz. Banu Güven şöyle bir müjde verdi: “Benim istediğim, bu memlekette bağımsız ve yaptığımız işin tarifine uygun bir ‘haber kanalı’nın olması. Ayrımcılığa, sansüre, çifte standartlara yer olmayan, haberden, halk haberciliğinden korkmayan, emeğe saygı duyan bir kanalı da böyle düşünen girişimcilerin desteğiyle ancak gazeteciler kurup sahiplenebilir. Yeni ve sürdürülebilir bir model yaratmak gerekiyor. Bir grup deneyimli habercinin bu konuda boş durmadığı da bilinmeli. Umarım yakında bu konuda iyi haberler verebilirim.”

Kadir Doğulu gitti Melih Selçuk geldi

‘Pis Yedili’, gençlerin sevdiği dizilerden. Başrol oyuncularından Kadir Doğulu’nun diziden ayrılma kararı hayranları tarafından epey tepki aldı. Dizinin yapımcısı Gani Müjde, Doğulu’nun ayrılması üzerine Rüzgar karakterinin diziye dahil olacağını açıklamıştı. Rüzgar karakterini canlandıran isim, ‘Adını Feriha Koydum’ dizisinde Hazal Kaya’nın abisi Mehmet karakterini oynayan Melih Selçuk oldu. Selçuk’un sinema kariyeri de parlak. Semih Kaplanoğlu’nun ‘Süt’ filmindeki oyunculuğunu çok beğenirim. Ödül de almıştı. Ancak Melih Selçuk’un televizyonda hep biraz geri kaldığını düşünüyordum. Şimdi artık televizyon dünyasındaki asıl çıkışını yakalayacağından eminim. 

Kim, hangi dizide?

• Kadir Doğulu’nun yeni dizisi Fox’taki ‘Fatih Harbiye’ oldu. Dizideki partneri ise daha önce yazdığım ödüllü genç oyuncu Neslihan Atagül.

• ‘Muhteşem Yüzyıl’da, kimin alacağı çokça merak konusu olan Sarı Selim rolü için Aras Bulut İynemli ile anlaşıldı.

• Alican Yücesoy, ‘Şubat’ dizisindeki farklı rolünden sonra ‘İntikam’da Beren Saat’in eski sevgilisini canlandıracak.

• Daha önce Şenay Gürler’in Fox’ta yayınlanacak ‘Görüş Günü Kadınları’ dizisinde olacağını duyurmuştuk. Diğer oyuncular da belli oldu: Semra Dinçer, Yıldız Çağrı Atiksoy, Nesrin Cavadzade, İlhan Şeşen, Sinan Tuzcu, Alpay Atalan, Kemal Uçar ve Selim Erdoğan.

Haftanın sözü

“İzdivaç programı yapayım diye hiç düşünmedim. İzdivaç programları bana köle pazarlamak gibi geliyor. Kaç evin var, kaç araban var... Hoş değil. Benim düşüncelerime göre evlilik ve aşk böyle başlamaz.” Nilgün Belgün (Sanatçı) 


Sosyal medyanın kazananı: ‘Güneşi Beklerken’

Gençlerin yeni gözdesi ‘Güneşi Beklerken’ başrol karakterleri #zeynepvekerem ile Twitter’da TT listesinde birinci sırada yer aldı.

Ece Dereli @EcesDeres
#zeynepvekerem #GunesiBeklerken Çok seviyorum bu diziyi. Herhalde herkes sevmiştir. Çünkü salı günü reytinglerde birinciydik.

T.C. Buse Ela Tan @busela
Her aşk #zeynepvekerem’in aşkı gibi başlar. İlk önce itiş kakış olur, sonra aşk yerini bulur.
(24.07.13 Hafta Sonu Dergisi)

Yaz ekranında neler oluyor, neler oluyor bize?


Gezi Parkı olaylarından sonra haber kanallarımızın halet-i ruhiyesi aleni bir şekilde ortada.
Non-televised truths yani yayınlanmayacak gerçekler sardı dört bir yanımızı... Sokakta her şey yeni, ekranlar aynı, yine yeniden...
Basın özgürlüğü malumunuz. Haberleri Halk TV’den ve Twitter’dan alıyoruz. Önceden Ali Kırca ile Ana Haber Bülteni’ni izlerdim onu da bıraktım!
Gündüz yaz ekranı ise bir milim ileri kımıldamamış, yıllardır aynı: Cennet Mahallesi, Arka Sokaklar ve Doktorlar paslaşması şeklinde gidiyor. Ramazan ayı dolayısıyla akşam üstleri yapılan özel programlar da olmasa halimiz nice olurdu.
Kanallarda adeta bir yarışma fırtınası yaşanıyor. Her kanalda ayrı bir format başladı, hatta birbirlerinin aynısı da diyebiliriz çoğuna. Düşük bütçeli olduğundan yarışma denemeleri daha fazla tercih ediliyor kanallar tarafından. Ben Bilmem Eşim Bilir’den feyz almaları da etken tabii ki.
Dizilere gelirsek son birkaç haftada epey yeni dizi başladı. Bunlar arasında Atv’de başlayan sit-com Aldırma Gönül favorim. A’dan Z’ye çok başarılı bir cast. Her ne kadar yabancı dizi The King of Quenns çıkışlı olsa da başarılı bir uyarlama. Senaristler bunu ne kadar kabul ediyor bilemiyorum. Tülin Özen, Altın Portakallı bir oyuncu. Filmlerine bayılırım ama Üsküdar’a Giderken adlı kıymeti bilinmeyen en iyi sit-comumuzda da harikaydı. Şahin Irmak da komedi ile başlayan ama Nurgül Yeşilçay ile dramda devam eden bir oyuncu. Tek eleştirim çok fazla şive kullanması, güldürmek için illaki bu öğeye başvurmak zorunda değiliz. Ulvi Alacakaptan, Nadir Sarıbacak hayran bırakıyor kendilerine. Nadir Sarıbacak nasıl bir oyuncudur ki her rolünde bambaşka olabiliyor, onun gibi olan bu denli farklı başka oyuncu aklıma gelmiyor.
Doksanlar, sokakta oynayan son çocukların dizisi sloganıyla yola çıktı. Ben 90’lar çocuğu olarak izlerken işte bu diyemiyorum, aradan zaman geçmesini bekledim ama olmadı maalesef. Cast olarak hataları var, senaryo hep aynı kişiler etrafında ilerliyor. Dizideki oyuncular hep benzer karakterlerle karşımıza çıkıyor. Sanki aynı rolü farklı bir dizide oynuyor gibiler. Özellikle Erkan Köse ve Deniz Oral. Dizi Seksenler gibi olmamış. Belki de izleyici yeter artık 80’lerden sonra 90’ların da dizisi olmasaydı diyor olabilir. İzleyiciyi yakalayamadığını düşünüyorum.
Dün başlayan bir diğer dizi ise Türkmax’te başlayacak diye duyurulup Show TV’de karşımıza çıkan Bebek İşi. Show TV büyük ihtimal yahu bu dizi tutar, başrolde Nurgül Yeşilçay var neden Türkmax’ta yayınlayalım demiş olacak. İsabetli bir fikir. Show TV’nin iyi dizi takviyesine ihtiyacı varken... Evet bu dizi cast olarak hatasız. Nurgül Yeşilçay da komedide harika olmuş. Ama nedense ben Gişe Memuru gibi iyi bir filmden sonra Tolga Karaçelik'ten daha iyi ve farklı bir dizi beklerdim, ilk izlenimim vasat ancak kesinlikle takip edeceğim.
Hani Yerli Dizi Yersiz Uzun eylemleri yapılıyordu ya, Star TV’deki Çıplak Gerçek benim için umut olmuştu ama sonra eleştirmiştim kanal 45 dklık diziyi iki bölüm art arda yayınlamaya başlayınca. Eğer Bebek İşi de biz 25 dk’lık dizi yapıyoruz diye övünüyorsa, dizi sürelerini eleştiriyoruz diyorsa lütfen iki bölüm art arda gelmesin.
Güneşi Beklerken ise yine bir Kanal D işi. Bence Kavak Yelleri’nden sonra yapılmış en iyi prodüksiyon. Cast epey titizlikle yapılmış belli. Senaryo anlamında klişeler mevcut hepinde olduğu gibi. Bu dizi de yaz sezonuyla kalmayıp Kavak Yelleri gibi sezonlarca sürebilir.
Güzel Çirkin’in tanıtımını izledim ve ilk olarak Naz Elmas ve Ali Sunal bir arada olur mu dedim... Çünkü Ali Sunal’ın ortada tutmuş bir dizisi yok, Naz Elmas ise şanssız Burcu Kara gibi hangi dizide olsa yayından kaldırılıyor. Ancak diziyi izleyince iyi bir ikili gördüm ben. Özellikle Ali Sunal iyi oynuyor. Cahit Gök de önemli rol üstlenmiş ve başarılı. Kültürel farklılıkları olan iki kişi aşk yaşar mı klişesinin gelmesi kaçınılmaz olacaktır ilerleyen bölümlerde. Bir yerlerden esinlenmezsek olmaz. İsveç-Danimarka yapımı, Bron/ Broen mi desek yoksa ondan devam eden Amerikan yapımı The Bridge mi?
Akibetini Kanal D’nin yeni sezon dizileri belirler.
Babam Sınıfta Kaldı, ise Salih Kuşu’ndan sonra açıkçası umudum olmayan bir Gani Müjde senaryosuydu. Ama Cem Davran’ı uzun zaman sonra ilk defa bir role bu kadar yakıştırdım. Kızını oynayan Melis Tüzügüç de çok başarılı. Halit Akçatepe ve  Ani İpekkaya gibi değerli isimler de yer alıyor. Dizi eğer ev sahibi ve kız kardeşi gibi fazla karikatürize rollerden kaçınırsa ve doğallıktan yana olursa devam eder.
Sana Bir Sır Vereceğim dizisini daha başlamadan setini ziyaret ettim. Castı yakından görünce başarılı olduğunu düşündüm. Murat Han ve Deniz Özerman ile sohbet ettik. Bence Mutluluk ile Altın Portakal’ı alan Murat Han, bu proje ile riske girmiş. Hep aynı rollerle karşımıza çıkmamak risktir. O da göze almış, ben iyi buldum. Esra Ronabar da her rolde farklı olmayı başaranlardan, Uçurum’daki rolünü hatırlatmalı. Bu dizi için de iyi seçim. Dizi bir İspanyol formatı fantastik bir dizi; çocuk ve genç oyuncular da çok başarılı ancak dizinin renkleri, sanki çok duygusal bir dram izliyormuşuz gibi, Hereos gibi örneklerden bu anlamda da feyz alınmalı. Çocukların yeni fenomeni olur bence diyorum.
Benim Hala Umudum var, ise klişeler silsilesi kesinlikle ancak burada da durumu cast ve prodüksiyon kurtarıyor. Dizide izleyiciyi yakalayacak noktalara sahip. Adını Feriha Koydum’daki Feriha gibi Gizem Karaca’nın canlandırdığı baş karakter Umut da aynı umutlar içinde. Kaderi aynı olacaktır. Şükrü Özyıldız ise hakettiği rolü burada kapmış.

-Yassah hemşerim -Yasak ne ayol

Pazar günü çok heyecanlıydım, ilk defa LGBT Onur Yürüyüşü’ne katılmayı dört gözle bekledim.
Ve itiraf etmeliyim ki  İstiklal Caddesi’ni Taksim’i hiç bu kadar güzel, bu kadar renkli, bu kadar hoşgörülü, bu kadar güzellik dolu görmemiştim. Adeta bir şölenin içindeydim.
Onur Yürüyüşü, LGBT bireylerin hayatla, yaşadıkları sorunlarla ironi yapması, o gönüllerinin güzelliğinin sokaklara yansımasıydı.
Günün sloganı ise “-Nerdesin aşkım? -Burdayım aşkım” idi.
Sonrakiler ise “diren ayol”, “yasak ne ayol” ve “aşk örgütlenmektir”.
Hepsi her şeyin çözümünü sevgi olduğunu nasıl kısa, öz ve derinden anlatıyor.
Beattles şarkısındaki gibi ya da: All you need is love, bütün ihtiyacın olan sevgi.
Hani demiştik ya bir önceki yazıda Sokakta her şey yeni, ekranlarda her şey aynı!”.
Evet sokakta her şey yeni, yineden. Her şey başka... her şey başka güzel, sokaklar sevgi dolu, şölen havasında.
Demokrasi var ise ülkede işte en güzel hali bu yürüyüşteydi. Demokrasi hiç bu kadar güzel olmamıştı.
Hiç bu kadar güzel sloganlar görmemişti.
Baskıya, şiddet diline karşı hiç bu kadar muhteşem bir dille yaklaşılmamıştı.
“Yasak ne ayol” da ne kadar harika bir slogandır değil mi, yassah hemşehrim kültürüne karşı.
Artık bu cümleyi sürekli tekrarlayacağım:
Zulme haksızlığa uğrayan, yaşam hakkına müdahale eden her kimse ben O’yum!
***
Sene olmuş 2013 televizyonlarda  tahammülsüzlük had safhada. Aklıma ilk gelen örnek sadece ve sadece Okan Bayülgen’in en son Barbaros Şansal’ın da konuk olmasıyla, açıkça eşcinselliği konuştuğu geliyor. Ve üzülüyorum...
Size ekranlarımızda yaşanan eski bir diyaloğu hatırlatmak istiyorum:
Okan Bayülgen:  “Yalnız benim bir derdim var hem İstanbul hem Ankara için; Londra’da Paris’te yani dünyada en çok göç alan İstanbul gibi, dokusu da İstanbul gibi olan yani tarihini muhafaza edebilmiş iki önemli şehir; en çok yakındıkları çevre düzeni, peyzaj mimarisi ve trafik meselesi konusunda geçmişteki iki başkanla dertlerini çözdüler, bu iki başkan da gay idi. Bizim ne zaman gay belediye başkanımız olacak?”
Melih Gökçek: "Şimdi her toplumun kendisine göre ahlaki değerleri vardır özellikle bizim Türk toplumu olarak Avrupa’da gay kültürüyle bir arada bulunmamız mümkün değil ve bunu da tasvip etmek mümkün değil. Bizim yetişme tarzımız, ahlak tarzımız, anlayış tarzımız biraz değişik, inşallah bizim Türkiye’de de gay olmayacak ve olmamalı."
***
ATV’de "Kılıç Günü" diye bir dizi vardı Osman Sınav’ın yapımcılığnda, dizi uzun ömürlü olamadı. Neden mi? Çünkü "homoseksüel ilişkinin bu denli açık seçik gösterildiği ilk yerli dizi" olarak tv tarihimize geçmişti.
İki erkek sevgiliyi bellerinde beyaz havlular, aynı yatakta sohbet ederken ekrana gelince, televizyon başındaki pek çok izleyici şok geçirdi. Neden şok geçirdi. Algılar kör, kavramlar olmaksızın algılar kördür durumu özetle.
RTÜK’ümüz bu durumu hiç cezasız bırakır mı? Aslaaaa...
 Dizi haliyle homoseksüelliğin gösterildiği bir dizi olarak genel televizyon izleyicisi algısının hazır olmadığını gösterdi maalesef.
Daha önce yazdığım şeyleri tekrar yazmakta fayda var: örneğin Kanal D’nin kısa ömürlü olan, Songül Öden’le Tardu Flordun’un rol aldığı  “Mükemmel Çift” adlı dizinin ilk bölümünde iki erkeğin öpüşeceği açıklanmıştı. Tardu Flordun ile Tuğrul Tülek’in öpüşme sahnesi çekilmiş ancak yayınlanamamıştı. Dizide eşcinsel bir karakteri canlandıran sunucu Tuğrul Tülek ise TRT Çocuk kanalındaki görevinden kovulmuştu.
Televizyonlar, sokakların diline, hayatın diline yer vermediği sürece geri kalmış, çağın gerisinde bir araç olarak kalır.
Hem kitle iletişim araçlarının ve dolayısıyla kitle iletişiminin yeniden tanımlandığı bu dönemlerde, televizyon da bu dönüşümü geçirmek zorundadır.
Aksi halde miadını tamamlamış bir araç olarak bitkisel hayatına devam edecektir.

Rıdvan Akar: Süleyman Demirel'in 'Şapka' belgeseliyle dönüyoruz

Rıdvan Akar, hepimizin yakından tanıdığı usta bir isim, usta bir televizyoncu. 4. Antalya Televizyon Ödülleri’nde ‘Hayatın Tanığı - Uludere’nin Anneleri’ ile en iyi belgesel yapım ödülü aldı. Akar, yakın bir tarihte 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile ilgili bir belgesele başlayacağını söylüyor... 

‘Hayatın Tanığı’ ekibi olarak nasıl yola çıktınız? Belgesel program yapmak her anlamda çok zor ve zamanla yarışıyorsunuz sanırım?
Aslında fikir bana ait olmakla birlikte ‘haftalık bir belgesel programı’ önerisinin öncelikle kabul edilmesi gerekti. Zira bir hafta içinde bir programı planlıyor, söyleşiler yapıyor, söyleşileri deşifre ediyor, araştırma yapıyor, okumaları tamamlıyor, metin yazıyor, ses alıyor ve montaj gerçekleştiriyorsunuz. Ortalama bir ayda yapılması gereken bir prosesi bir haftaya sığdırmak riskli bir cüretti. Genel Müdürümüz Barış Tünay böylesi bir programın yapılabileceği konusunda bize güvendi. Birinci yılımızı tam 50 programlık yorucu ama önemli bir envanterle kapatıyoruz. Böylesi bir süreçte en kıdemlisi 1.5 yıllık tecrübeye sahip olan gencecik arkadaşlarımla çalıştım. ‘32. Gün’ ekolünden yönetmenimiz Özgür Ören’le birlikte alışılmadık ve özgün bir projenin birinci yılını tamamlamış olduk. ‘Hayatın Tanığı’ belgeseli her cumartesi saat 21.00’de ekrana geliyor. Kaçırdığınız belgeselleri tv.cnnturk.com/hayatintanigi sayfasından takip edebilirsiniz.

4. Antalya Televizyon Ödülleri’nde ‘Hayatın Tanığı - Uludere’nin Anneleri’ ile ‘En İyi Belgesel Yapım’ ödülünü aldınız, zor ve meşakkatli bir işin sonunda ödüllendirilmek ne hissettiriyor?
‘Uludere’nin Anneleri’ni yaptığımız günlerde merkez medyada Uludere ile ilgili çıt çıkmıyordu. Ümit Kıvanç’ın belgeselinin hemen ardından ‘Hayatın Tanığı’nda annelerin duygu ve yoksunluklarını ekrana getirdik. Açıkçası nasıl karşılanacağını biz de merak ediyorduk. Çok olumlu tepkiler aldık.
Tek eleştiri Uludere’deki mağduriyete “Sadece biz üzülürüz” diyen çevrelerden geldi. Amacımız ortak vicdan ve duyarlılık oluşturmaktı. Üstelik geç bile kalmıştık. Ama program Uludere konusundaki ölü toprağının kaldırılmasına katkı sağladı ve yıldönümünde hemen her medya organı oradan yayın yaptı. Antalya’da aldığımız ödül, doğru bir tercih yaptığımızın sağlamasıydı. Henüz birinci yılını tamamlamadan programın bu biçimde onurlandırılması önemli bir moral kaynağı oldu. 

Süleyman Seba belgeseli fikri nasıl gelişti? Neler yaşadınız yapım süreçlerinde? En ilginç anekdot neydi sizce çekimlerde?
Beşiktaşlıyım. Beşiktaş benim için çocuklarımdan sonra en çok değer verdiğim olgudur. Beşiktaş’a dair bir belgesel yapma fikri Onursal Başkanımız’la mümkün oldu. Kabataş Lisesi mezunuyum ve Kabataş’ın 100. Yılı Belgeseli’ni yapmıştım. Süleyman Abi’nin “Bu belgeseli Kabataşlılar yapsın” düşüncesi doğrultusunda talih benim yüzüme güldü. Kendimi çok şanslı hissediyorum.
Zira Beşiktaş tarihinin en değerli isimlerinden biri bütün ketumluğu, suskunluğunu yıllar sonra bizim için bozdu. Seba’nın yıllardır en önemli korkusu Beşiktaş’ın 70 yıllık tarihini anlatırken tarihi olay ve isimlere haksızlık yaparak anmayı unutabileceği kaygısıydı. Bu kaygıyı -belgesel ve kitapta- tarihi didik didik ederek ortadan kaldırmaya gayret ediyoruz. Seba’nın en çok merak edilen ve bilinmeyen yanlarından biri Milli İstihbarat Teşkilatı’nda geçirdiği yaklaşık 40 yıllık mesaisiydi. Ne yapmış, nasıl çalışmış ve nerede bırakmıştı? Tek cümleyle “Yaptık, bitti, bu bölümü geçelim” diyerek bizi savuşturdu. Ama azimle o günleri kitaba yansıtmaya çalışacağız.

Belgeselin geliri de özel bir yere bağışlanıyor, öyle değil mi?
Süleyman Seba, belgeselin ve kitabın gelirlerinin Kabataşlılar Derneği’ne bağışlanmasını ön şart koydu. Bu parayla ihtiyaç sahibi Kabataşlı öğrenciler için bir burs fonu kurulacaktı. Bizim ‘Süleyman Seba Burs Fonu’ olarak nitelendirdiğimiz bu fon, bugün futbolseverler, Beşiktaşlılar ve Seba ile ortak değerleri paylaşanların katkılarını bekliyor.
Anlatılacak daha çok şey var deniyor CNN TÜRK belgesel tanıtımında, anlatılacaklar listenizde şu an belli projeler var mı?
‘Hayatın Tanığı’ birkaç yıl daha devam ettiğinde CNN TÜRK olarak yakın dönem Türkiye içtimai ve siyasi tarihinin bütün önemli kilometre taşları, kırılma noktalarına ait paha biçilmez bir envantere sahip olacağız. Amacımız ders olarak okutulabilecek bir zenginlik oluşturmak. Belki bu envanteri Enver Yücel’in önerisiyle Bahçeşehir Üniversitesi’nde kullanma imkanımız olacak. Yakında 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le ilgili bir belgesele başlayacağız. Gerekli icazeti aldık ancak hastalığı nedeniyle çalışmaya başlayamadık. 2014 Demirel’in 90’ıncı yaşı olacak. Umut ediyorum ki Türkiye’nin son 50 yılının en önemli tanığı olan Cumhurbaşkanı’nın yaşam öyküsünü ‘Şapka Belgeseli’ ile ekranlara getireceğiz.
(Haziran 2013- Hafta Sonu Dergisi)

Söz uçar görüntü kalır

STV’de yayınlanan dizi Ekip 1, senaryosuna gündemi katmış ama ne katmış.
İzlerken %100’ün de şaşıracağı türden bir yorum katmış. En azından içten içe öyle düşünüleceğini umuyorum.
Gerçeği çarpıtmanın bu kadarı olur.
Bir önceki yazımda dediğim gibi dizinin bu bölümü tam anlamıyla 'Siz televizyon izlerken, sizin için dünyayı değiştiriyorum'un ispatıdır.
Siber dünya çok farklı, çok başka; iletişim fakültelerinde teoride ya da pratikte gördüğümüz her şey teknolojinin gelişmesi karşısında tanım olarak değişim geçiriyor.
Kitle iletişim teorilerinin revizesi gerekiyor; özellikle “agenda setting.” Çünkü artık gündemi de belirlemek, gündemi koymak da zor, hatta son 1 aydır isteyenlerin artık başaramadığını da görüyoruz, çok farklı bir döneme girdik. Aslında gireli epey oldu ama belirtilerini artık çok yoğun yaşamaya başladık.
Bu kurmaca dizinin aslında ciddiye alınmaması da gereklidir, en nihayetinde bir senaryodur. Belgesel değildir. Ben bunu dezenformasyon olarak bile görmem.
Belli bir aklın düşünce tarzının yansıyışıdır sadece ve sadece!
Gezi Parkı olayları olmadan önce medyada belli düşünceler zaten hakim değil miydi bir STV dizisinde o zaman zaten ciddiye almamak en iyisi, ciddiye alırsak akıllara seza bir durum var ortada.
Şu içinde olduğumuz dönemde artık herkes adeta bir muhabir, herkes sosyal medyanın tek başına birer aracı.
Teknolojinin önüne artık kimse geçemiyor. Son 23 gündür yaşanılan her şeyin videosu mevcut, tüm gerçekliğiyle... Tabii görmek isteyene...
Bütün bu durumların sonucunda iletişim tarihinin o meşhur sözü “Söz uçar yazı kalır” da böylece
“Söz uçar görüntü kalır” halini alıyor. Demokrasi ilerliyor...

Sokakta her şey yeni, ekranlarda her şey aynı!

Cümle aslında her şeyi anlatıyor. Günlerdir anlatmak istediğimizi, tepkimizi...
Bu cümleyi Twitter’da gazeteci İskender Baydar’dan aldım, çok teşekkür ediyorum.
Geçen gün birden hayatımıza bir duran adam girdi. Ama biz onu televizyonda haber kanallarında görmek için yine bekledik göremedik. Sadece RTÜK’ten ceza yiyen Halk TV’de anında görebildik.
Bu zeka ve yaratıcılık protestosu, sokaktaki her şeyin yeni, ekranların aynı kaldığının bir başka kanıtıydı. Bütün bunlar olmadan da her şey aslında aynıydı. Okan Bayülgen de hep der ya hani: “Sokağa çık hayat sokaklarda” diye.

***
Gezi Parkı eylemlerinin başlamasından üç gün sonra, Brezilya’da protesto gösterileri başladı sokaklardı. Oradaki protesto nedeni ekonomik olsa da ruh açısından Gezi ruhuyla epey örtüşüyor.
Gezi Parkı protestosu ağaçların kesilmesiyle başlayıp nasıl demokrasi mücadelesine dönüştüyse, Brezilya’daki protestolar da sadece otobüs ücretlerine gelen 20 centlik zam için değil o da bir demokrasi ve adalet mücadelesi.
Yani her iki ülkede olanlar ne sadece bir ağaç, ne sadece 20 cent mücadelesi...

 

 

 

 

 

'Siz televizyon izlerken, sizin için dünyayı değiştiriyorum'


Aşağıdaki fotoğraf Brezilya’dan...
“While you watch TV, I change Brasil (the world) for you!”
“Siz televizyon izlerken, sizin için Brezilya’yı (dünyayı) değiştiriyorum!” diyor. Dünyayı da diyebiliriz çünkü bu mücadele ruhunu anlatmak için.
Buradan anlıyoruz ki orada da ekranlarda bir yasaklama söz konusu, bir protestocu böyle bir pankart açtığına göre. Oranın da RTÜK’ünün vardır bildiği diyelim!

Gezi Parkı direnişi, medya tanımı değişiminin de öncüsü

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Taksim Gezi Parkı'nda başlayan ve Türkiye'ye yayılan eylemlere ilişkin televizyonların yaptığı yayınlar ile ilgili cezalar verdi.

RTÜK üyelerinden Ak Partili üyeler gezi eylemlerini yayınlayan kanalların halkı galeyana getirecek yayın yaptıklarını öne sürerken, “kışkırtma” tartışması yaşandı. Ak Parti kontenjanından gelen üyeler, bu kanalları emniyetten polislerin topluca istifa ettiği, bir kişinin panzer altında kalarak yaşamını yitirdiği şeklinde gerçekdışı ve halkı kışkırtıcı haberler yaptığını savundular. Muhalefet kontenjanından gelen üyeler, bakanların, polis ve istihbaratın bu televizyon yayınlarından yararlandığını savunarak, “Maalesef Türk medyası sınıfta kaldı. Verilmesi gereken haberler verilmeyince halk sosyal medya ve yabancı basına yöneldi. Bu televizyonların öne çıkması bu nedenledir. Dolayısıyla yayınların içeriğinde yanlışlar olsa da böyle bir dönemde bu cezayı verilmesi kabul edilemez” diye konuştular.
Ancak tartışmaların sonucunda ne oldu üye sayısı fazla olan parti kazandı. Ve de Halk TV, Ulusal TV, Cem TV ve Em Tv'ye 3’e karşı 5 oyla ceza verilmesi kararı alındı.
RTÜK, üyelerini Meclis seçiyor. Meclis’te temsil edilen siyasal partilerin çoğunluğuna göre partiler adaylarını belirliyor. İktidar partisi olduğu için RTÜK’te AKP çoğunlukta. Üyelik süresi iki yıl ama, partiler o kişiyi yeniden aday göstererek, o üyenin süresini uzatabiliyor. RTÜK’te CHP iki, MHP tek üyeyle temsil ediliyor.
Hatta bir ay önce, üyelik süresi dolacak üç isim için mecliste tekrar bir oylama yapıldı.
RTÜK’ün bu cezaları vermesindeki gerekçe halkı galeyana getirmeleri... RTÜK ve RTÜK’ün kararları en çok yazdığım konulardan biri. Dolayısıyla burada da ilginç noktalar mevcut. Ne zamandan beri halkın haber alma özgürlüğünün adı halkı galeyana getirmek oldu? Çok merak ediyorum.
Evet belki yayınlarda çok fazla tekrar görüntüler yayınlandı ama izleyici bu kanallar dışında olayları başka bir yerden de takip edemedi bu da gerçek. RTÜK’ün temel görevlerinden biri de halkın ifade ve haber alma özgürlüğünü korumak ama heyhat!
RTÜK Başkanı Davut Dursun’un bahsettiği editoryal bağımsızlık içinde kara verebilme durumunu ortadan kaldıran bir madde var, bu madde haber kanallarının editoryal bağımsızlık içinde yayın yapamamalarının nedeni .Yeni RTÜK Yasası, Başbakan'a geçici yayın yasağı yetkisi tanıyor. Yasaya göre, milli güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hallerde veya kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda Başbakan veya görevlendireceği Bakan, geçici yayın yasağı getirebiliyor.
En son ise Halk TV’ye 146 bin TL’lik bir ceza daha geldi ama bu kez kel alaka bir konu. Kanalda yayınlanan ve flulaştırılmayan sigara görüntüsünden. Ulusal yayıncılara bu denli büyük para cezası geldiğine şahit olduk bu konularda ama Halk TV uydu kanalı, ve reklam gelirleri de malum.
Halk TV’yi eleştirdiğim noktalar da çok fazla oldu. Canlı olup olmadığını anlamadığımız görüntüler oldu. Sürekli tekrarlanan görüntüler sıkıntı yarattı, ama 7/24 haber vermeye çalışmaları takdire şayan.
Kanalı eleştirdiğim başka bir nokta ise objektif olmak ise bütün derdimiz. Herkese her mitinge her konuşmaya her açıklamaya yer vermeli, bazı göndermelerden ve ironilerden kaçınmalı; sadece muhalefetin sesi olmakla da bağımsız habercilik olmaz.
***
Bu süreçte en çok eleştirilen haber kanallarından biri de NTV oldu ve Ceo’su Cem Aydın görevinden ayrıldı. Dün ise BBC Küresel Haber Dairesi Başkanı Peter Horrocks, BBC Türkçe'nin ''Dünya Gündemi'' programını yayınlamayan NTV'yle ortaklığın askıya alındığını açıkladı.
Ülkemizde bağımsız bir yayıncılık için bence belki ütopik olacak ama RTÜK de siyasetten bağımsız olmalı. Alanında yetkin tamamen bağımsız kişilerden oluşmalı.
Medyada dengeler açısından çok farklı bir dönem geçiriyoruz, hiç bu kadar köklü değişimlerin yaşandığı bir dönem olmamıştı en azından yaşım elverdiğince benim bildiğim. Hem ülkemizde medyanın tanımı değişiyor sosyal medya düzeni ağırlığını artık kesin ve net ortaya koyuyor.
Hatta yakın gelecekte televizyon bambaşka bir boyuta geçecek tamamen ve istisnasız herkesin kendi mediumu olacak. Sansür olmayacak olamayacak.
Gezi Parkı direnişi, birçok şeyi değiştiriyor, medya tanımı değişiminin de öncüsü oluyor. Çapul TV de en büyük göstergelerden.

Çirkin bir pankartın anatomisi

Başbakan’ın Fas’tan dönüş konuşmasını ekran başında beklerken birden bir pankart okudum kalabalık içerisinde... Tam olarak okumayı bitiremeden ben, ekranda plan değişti ama ertesi gün her yerde yayınlanınca tamamlanmış oldu. Halit Ergenç’in adının geçtiği pankarttan bahsediyorum maalesef.
Önce bir irkildim çok çirkin dedim bu sözler karşısında sonra ilk olarak aklıma, bir televizyon eleştirmeni olarak en büyük sorunumuz olan izleyicinin gerçekle kurmacayı ayırt edememe durumu geldi.
Ki bu çok tehlikeli bir durumdur. “Medya-okur yazarlığı” diye bir ders var gelişmiş ülkelerde ama bizde bir türlü oturamadı. Ben bu durumu hep anlatmaya çalıştım bu işe başladığımdan beri. Maalesef ki bunu yazanın hem bütün dizileri takip ettiğini hem de daha gerçekle kurmacayı ayırt edemeyecek düzeyde olduğunu görüyoruz maalesef.
“Need for orientation” yani yönlendirme ihtiyacı…Bireyin yönlendirme ihtiyacı vardır ama bunu minimuma indirmek ancak daha çok okumak, öğrenmek, gelişmek, bilinçlenmekle olur. Bunun çözümü bilinçten geçiyor yani.
Şimdi dün birtakım haber sitelerinde yayınlanan “pankart photshop çıktı” haberini ele alalım verilerle.
Haberler şöyle:
"PANKART PHOTOSHOP ÇIKTI
Kalabalıktan birinin elinde taşıdığı pankartta ise, başından beri Gezi eylemlerine destek veren Halit Ergenç’in eşi Bergüzar Korel’e hakaret edilen bir yazı bulunuyordu. Pankartta, Karadayı dizisinde senaryo gereği Kenan İmirzalıoğlu ile aşk yaşayan Bergüzar Korel’in üzerinden Halit Ergenç’e ağır hakaretler ediliyordu.

HALİT ERGENÇ’E HAKARET YOK
Günlerce konuşulan hakaret içerikli bu pankartın photoshop’lu olduğu ortaya çıktı. Erdoğan’ın eşine hakaret edilen pankartı Twitter’da paylaşanlar, bu pankartın Gezi eylemlerine gölge düşürdüğünü anlayınca karşı atağa kalktı. İlk iş olarak da Erdoğan’ı karşılayan grubun da "bu tür hakaretler yaptığını" göstermek için bir pankartı photoshop ile değiştirerek ünlü oyuncu Halit Ergenç’e hakaret dolu sözler yazdılar ve büyük bir ahlaksızlığa imza attılar."
Ben canlı yayında gördüm, sonra bu haberler çıkınca emin olmak için ufak bir araştırma yaptım videosuna da görseline de ulaştım ve sonuç olarak bu pankart photoshop değil! Bunu yazmamın en büyük nedeni de yanlış haber yapmanın ne kadar kolay olduğunu göstermek...
Şöyle anlatalım bunu yazana:
Halit Ergenç bir bireydir, gerçek hayatta toplumsal bir olaya karşı kişisel tepkisini dile getirmiştir.
Muhteşem Yüzyıl kurmaca hayal ürünü bir dizidir orada ise canlandırdığı bir karakterdir sadece. Yani gerçek Halit Ergenç karakterinden bağımsız kurmaca bir karakterdir.
Böyle pankartlar ile çirkinleşmemeli, söyleyeni yazanı bağlar elbette bunu da unutmayalım.
Şunu da belirtmeden bitirmeyeyim. Gezi direnişinde öylesine bir zeka pırıltısı var ki sloganlarda, pırıltı sözü az kalır, adeta bir fışkırma var.
Üstelik de sadece gülme krizine sokan yazana hayran bıraktıran sözlerle.

Baş belası twitter ile değişenler ve çapulcular sarmalı

Daha önce sessizlikten sesliliğe gidiş başlıklı bir yazı yazmıştım. Çünkü son 3-4 yıldır özellikle sosyal medya düzeni var artık, ister baş belası denilsin ister baş tacı ama birçok şeyi değiştiren bir güç olduğu kesin, birliğin, değişimin ve dönüşümün öncüsü olabilen bir güç...
Medya dördüncü güç ise o gücün en etkin araçlarından biri de artık sosyal medya ve büyük ölçüde de Twitter.
Önceki yazılarımda da bahsetmiştim ama tekrar bahsetme alıntılama zamanı geldi.
Medya ve kamuoyu ilişkisi üzerine önemli etki araştırmalarından ikisi gündem belirleme ve suskunluk sarmalı…
Suskunluk (Sessizlik) sarmalı, 1984 yılında Elisabeth Noella-Neumann’ın geliştirdiği bir kuram.
Birey yalnız kalmamak için bulunduğu ortamdaki hâkim görüşe karşı çıkmaz ve bu suskunluk böyle sarmal şeklinde büyür gider.
Bu kuramda kitle iletişim araçlarının bireyleri dolayısıyla toplumu susturabilme gücünden bahsedilir. Azınlık sesini çıkaramayarak çoğunluğa yenik düşer… Çoğunluk daha da güçlenir. Bireyler, yaygın sandıkları görüşler karşısında toplumdan soyutlanma korkusuyla, kendi görüşlerini söylemekten çekinir. Aynı şekilde bireyler, toplumda baskın olan görüşlere sahip olduklarını fark ettiklerinde de kendi görüşlerini söylemekte daha inançlı davranırlar.
Çoğunluk dominant olan tarafın sesi daha çok çıktıkça azınlık iyice susar.
Peki, kurama göre baskın görüşleri de çoğu zaman öğreten kimdir; Medya, gündem belirlemede ise en basit tanımıyla medyanın ne hakkında düşüneceğimizin kararını vermesidir.
Bütün bunları açıklamaya çalışırken gelmek istediğim nokta; Sosyal Medya.
Çünkü artık bildiğimiz medya ve siyasetin dışında da gündem belirleyen bir aracımız var o da sosyal medya dediğimiz alan; Twitter, Facebook, Google + v.b.
Twitter’da herkesin her konuda en rahat şekilde konuşabildiğini ve kimsenin susmadığını, herkesin görüşlerini rahatça açıkladığını görüyoruz.
Burada ise olumsuz yan denetimsiz bir ortam bulunması, dezenformasyon olması...
Evet Twitter öncülüğünde sosyal medya ile birçok değişiyor bunun farkında olalım işte birçok şeyi değiştirebilme gücü olduğu için de tam bir baş belası ya da baş tacı.
Artık yeni bir çağdayız kimse susmuyor , suskunluk sarmalını adı çığırtkanlık sarmalı oldu. Yok çapulcular sarmalı da diyebiliriz.

Kanallarda değişim havası

Televizyonculuğumuz hiçbir zaman hangi olay karşısında nasıl davranması gerektiğini bilemedi maalesef. Üstüne bir de yeni RTÜK Yasası ile Başbakan müdahil olunca eller kollar bağlanıyor ve tam anlamıyla her olayda bir panik havası oluyor kanallarda.
Ancak günlerdir kayıtsız kalan birçok haber kanalının dün artık nispeten yapmaları gereken yayınları geç de olsa yapmaya başladıklarını gördüm. Artık onlar da ayaklandı, onlar da direnişte...

İhsan Varol bravo!


İhsan Varol ekranlarımızın en efendi en nazik sunucularından yarışma olsa birincilik onun kesin, en azından oyum ona. Kelime Oyunu yarışmasında; günlerdir olan olaylara, söylenen sözlere dair çok zekice sorular hazırlamış, ellerine sağlık...