28 Şubat 2012 Salı

Akademinin ayıbı

Sinemanın acı kaybı Theo Angelopoulos 
Dün  84. Oscar Ödülleri’nin yayınından bahsetmiştim. Her sene törende In Memorium bölümü yapılır ve bu bantta sinemaya emeği geçen hayatını kaybetmiş sanatçılar anılır.
Ancak meğer o öyle değilmiş sinemaya emeği geçmiş bir sanatçı olması yeterli değilmiş!
Maalesef trajik bir kaza sonucu hayatını kaybeden bir sinema ustası, sinema dahisi Theo Angelopoulos’un adı geçmiyordu bantta.
Ve elbette ben de içimden hemen geçirdim, Twitter’da da Akademi’nin büyük ayıp yaptığına dair görüşler vardı.
Bir ustanın görmezden gelinmesi neticesinde bir anda Oscar töreni karardı gözümüzde.
Yekta Kopan bu tepkileri hemen arada dile getirdi ve çok emin olmamakla beraber ‘In Memorium’da yer alabilmek için Akademi’ye emeği geçmiş, aday olmuş, ödül almış olmak gerekiyormuş’ şeklinde…
Bir de anılanlar 2011’de hayatını kaybetmişti, Angelopoulos ise 2012’de görüşü var…bu daha anlamsız bir sebep ki, gerçekliği yok. Çünkü yer alan Whitney Houston 2012’de öldü.
Peki Steve Jobs vardı In Memorium’da …Executive diye geçti?!
Anlamlandıramadım.
Akademi bence bundan sonra bu kuralı değiştirmeli…
Eğer neden bu kuralsa böyle bir kural varsa bu sinema sanatına yapılmış bir ayıptır, bir sinema ustasına yapılmış bir utançtır.
Bu durum sinema sanatının ödüllendirilmesini de sinemaya emeği geçenlerin anılmasını da değersiz kılıyor.
Esperanza Spalding what a wonderful world klasiğinin söyledi canlı olarak In Memorium eşliğinde,
benim ise içimden what a pity world diye de bir şarkı da olsaydı keşke diye geçti…

***

Yabancı bir sitede Who Was Left Out of the Oscars ‘In Memoriam’ Montage? adlı yazıda belirtilmiş.
2012’de hayatını kaybeden ve Dracula filmiyle 1992’de Oscar kazanan kostüm tasarımcısı Eiko Ishioka, yönetmen Raoul Ruiz, oyuncular; Jeff Conaway, Michael Gough, Harry Morgan  da yok. Düşünün Akademi hizmeti şartnamesi varsa kazanan isim de unutulmuş.

Twitterdan, Angelopoulos’un In Memorium’da yer almamasına tepkiler;


Cem Altınsaray ‏ @altinsaray gidenlerde angelopoulos yok! törenin sürprizi buymuş meğer.
Doğu Yücel ‏ @doguyucel    Angelopoulos'ın Oscar'da In Memorium'da anılmaması büyük skandalmış.
Goololur ‏ @Goololur #Oscars töreninde Angelopoulos gibi bir yönetmen anılmadıktan sonra Artist en iyi film seçilmiş neye yarar.
Onur Kurnaz ‏ @onurkurnaz Oscar'ın bu yılki In Memoriam bölümüne baktım da çok büyük bir isim atlanmış: Theo Angelopoulos. Yanlış mı gördüm dedim ama yok, atlanmış.
Mehmet Doğan ‏ @memdogan Oscar töreninin gidenler bölümünde Angelopoulos'a yer vermemişler! Benim için Oscar bitmiştir. Daha da gelmem!
No mention of Greek director #Angelopoulos during the #Oscarsmemorium montage. Am I right or did I just miss it?
Özge DéRAN ‏ @OzgeDeran Theodoros Angelopoulos'u anmamak büyük bir ayıp oldu gerçekten, akademi kendi içerisinde tıkalı kalmış, popülist kurumun teki.
Dennis Mihalatos ‏ @Dmihalatos Surprised and disappointed that Theo Angelopoulos was not mentioned #inmemorium

Bırakınız Oscar’ı

Kodak Tiyatrosu’nun son kez ev sahipliği 84. Oscar Ödülleri sahiplerini buldu.
Her sene klasikleştiği gibi Yekta Kopan, Mehmet Açar ve Tuğrul Eryılmaz ile NTV- Cnbce Oscar yayınında karşımızdaydı.
Moda bölümünde bu kez değişiklik vardı modacı Simay Bülbül ve Vogue Türkiye editörü Zeynep Yapar kıyafet yorumları yaptılar.
Onlara bağlantı stüdyoda alt kattan üst kata şeklindeydi nedenini hiçbir şekilde çözemedim, anlamsız, gereksizdi.
Ve de modanın, sinemanın yine her yayında olduğu gibi önüne geçmesinden rahatsız oldum. Apar topar söz kesilmeleri de sağlıksız diyaloglara neden oldu.
Neyse ki yayın esnasında ara ara çok da sağlıklı olmadan asıl mevzumuz 7. sanat sinemaya dönüldü.
En iyi yayına geçeyim…
Oscar Töreni, dünyanın 225 ülkesindeki televizyon kanallarının naklen yayınlandığı ve 1 milyar insanın izlediği bir tören.
Gecenin sunuculuğunu ise 9. kez ünlü komedi oyuncusu Billy Crystal yaptı.
Tören Billy Crystal’in müthiş videosu ve Oscar şarkısıyla başladı.
Oscar törenlerindeki sunucularının her yıl yaratıcı performanslarını izledikçe işte çok yönlülük işte star olabilmek işte yetenek diyorum.
Törenlerde en hayran olduğum şey her şeyin müthiş organize edilmesi. En basit örnek; tören tam saatinde başlar hep.
Bu gecenin böyle olmasında müthiş yapımcılar Brian Grazer ve Don Mischer ’in imzası var. Bize de bir Brian Grazer bir Don Mischer kafası lazım ama neredeee…
İlla büyük bütçelere gerek yok emin olun.
Altın Portakal yayınları, organizasyonları aklıma geldikçe üzülüyorum ahvalimize.
Bir de her törene sinemayla alakası olsun olmasın ……. Oscarı tamlaması yapılması var.
bırakınız bizim Oscar’ımız demeyi.
Berbat rejiler,
ödülü alıp ödülü vereni beklemeden yerine önden merdivenlerden giden insanlar, sahneye çıkıp saatlerce bitmek tükenmek bilmeyen miting konuşması yapan siyasiler…
Oscar töreninde bir tane siyasetçi çıkabiliyor mu, asla ve asla… Sanatçıların gecesi çünkü, birbirlerini ödüllendiriyorlar!!!
Ellerinde bir tomar kağıt tutan onlara bakmadan konuşamayıp, doğaçlama yapamayan sunucular.
***
Sonuç olarak yine her yönüyle yaratıcılık dozunun had safhada olduğu, şov ve organizasyon kusursuzluğuyla harika bir yayın, harika bir reji, harika bir tören izledik.
En başarılısı da Hugo, The Artist ve Midnight in Paris gibi sinema sanatı güzellemesi yapan filmlerle örtüşen atmosferdi.
Galiba aday olan filmlerin kalitesi, güzelliği açısından da en sevdiğim tören oldu.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Orçun, Yalan Dünya’dan ayrılmıyor

Yalan Dünya’nın daha ilk bölümde fenomen olan karakteri Orçun’un diziden ayrılma ihtimali olduğu yönünde haberler çıktı bugün. Twitterdan haber yapmadan önce araştırmalı!
Çıkan haberlerde şu geçiyor; Dedikoduların kaynağı senarist Gülse Birsel’in twitter’dan yazdıkları oldu.Birsel, ‘Orçun’un son bölümleri’ diye tweet atınca ortalık karıştı.
Halbuki Gülse Birsel twitterda yok o tweeti atan hesap ise sahte bir hesap. Gülse Birsel, twitterda olmadığını 25 Aralık 2011 tarihli ‘Twitter’daki ben değiliiiiiiiiiiiim!’ başlıklı ‘gayet ciddi’ yazısında belirtmişti;
ZEKİ, GÜVENİLİR, ENERJİK ARKADAŞ İSTERİM
Bir sosyal medya böcüğü değilim. Herhangi bir sosyal alan böcüğü de sayılmam aslında. Herkesten haz etmem. Herkesle anlaşır ayağına yatar, çabucak sıkılırım. Arkadaşlarımda aradığım belli başlı birkaç özellik vardır: Zeki olsun, neşeli olsun, güvenilir olsun, esprili, enerjik, iyi kalpli, destekçi, dobra ama iyimser, partici ama dengeli, çalışkan ama eğlenceli, hırslı ama pamuk kalpli, olgun ama genç, sağlıklı ama hipokondriak, entelektüel ama mal, kendine güvenli ama çekingen olsun, yanağında mutlaka bir beni olsun isterim! Bir sosyal toplantıda masadan masaya, arkadaş grubundan arkadaş grubuna kelebek gibi dolaşıp, herkese çok yakın davranıp kol filan atıyorsam, anlayın ki ısrarlı bir alkol servisi olmuş ve benim o yakın hareketler “Gel bi öpüjem,” klasmanında! Dolayısıyla sadece benim yaşımda veya benim meslekte diye önüme gelene “Şu an sinemadan çıktım yürüyorum, karnım gurulduyor, yemeğe mi gitsem?” gibi gerzekçe mesajlar atmak istemem! Tek çocuk gibi büyümüş bir tekne kazıntısı olarak, kendimle sohbet etmeyi tercih ederim, en azından bir ünlüyle sohbet her zaman daha ilginçtir! Sosyal medyada, gerçek hayatta arkadaşım, en azından ahbabım olmayan kimseyle samimi ilişkiler kurmayı tercih etmiyorum. Belki de bu yüzden Twitter hesabım da yok. Üç vakte kadar hukuki olarak başının belaya gireceğini öngördüğüm bir yalan Gülse Birsel var Twitter’da. 70 bin kişilik takipçisiyle bir yandan da gurur veriyor bana, ama taklitlerimden sakınınız, böyle salaklara itibar etmeyiniz! O 70 bin kişinin düştüğü durum çok rezilce geldiğinden, yazının başlığında da bu gerçeği ifade ettim, yazıyı okumayanlar en azından başlıktan uyansınlar diye!

Korku izleyicisi yaratmak

Son zamanlarda o kadar yasak, uyarı geldi ki ekranlara…
RTÜK’ü haklı bulduğum noktalar elbette var, RTÜK’ün olması gerektiğini de savunuyorum.
Ancak bu cinsellik, müstehcenlik cezalarını bir türlü aklım almıyor.
Aylardır yayınlanan kliplere ceza kesildi,
Sadece dans eden gençlerin dansı erotik bulunup, diziye ceza kesildi (o dizi yani MUCK kötü bir Glee kopyasıydı ancak 400 binlik uçuk ceza da sonunu erken getirdi, senarist, oyuncu ve yönetmen değişikliklerinin sonunun geldiğinin habercisi olduğunu belirtmiştim.)
Aşkı ve sadakatı yozlaştırıyor denen; İki kardeşin aynı kişiye âşık olup ilişki yaşadığı diziye ceza kesildi.
RTÜK Başkanı Davut Dursun, uyarıları dikkate almayan dizilere ileri kademe cezaları uygulayacaklarını söylemişti.
Bu cezadan sonra İffet dizisinde bu konu tamamen kapandı…’ileri kademe’ ceza almamak için…
RTÜK’ten açıklamalar genellikle şöyle oluyor;
“Üst Kurul söz konusu müeyyide kararlarını, yasanın ’Yayın hizmetleri müstehcen olamaz’ hükmünün ihlali nedeniyle değil, ’Radyo ve televizyon yayın hizmetlerinde, çocuk ve gençlerin fiziksel, zihinsel veya ahlaki gelişimine zarar verebilecek türde içerik taşıyan programlar bunların izleyebileceği zaman dilimlerinde ve koruyucu sembol kullanılmadan yayınlanamaz’
Bakanlık, aile filmlerinin destekleneceğini açıklıyor… Dahası ‘Türk aile yapısına uygunluğu’ tartışılan dizilere karşı, Kültür ve Turizm ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı destekli aile dizileri geliyor… Bu çalışmaya göre, aile kavramının önemsendiği, aile büyüklerinin saygı ve sevgi gördüğü, aile içi şiddet ve tecavüz gibi konuların işlenmediği dizi ve sinema filmleri maddi destek alacak.
RTÜK, bu cezalarla aile dizilerinin ve aile filmlerinin alt yapısını hazırlıyor gibi geliyor bana.
Tabii ki de aile teması olsun, Münir Özkul Adile Naşit sıcaklığı dürüstlüğü olsun, güzellikler gösterilsin, örnek olunsun ancak…
Dizi ve filmlerin aslında hayatı taklit ettiğini biliyor muyuz, ve hayatın içinde sadece iyilik, güzellik olmadığını…
Ve sadece hayatın iyi yönlerini göstererek çocukları ve gençleri hayatın kötülüklerinden koruyamayacağımızı da…ya da hayatta görmeleri gerektiği şeylerden kaçırarak da…
Dahası izlediklerimizin sadece kurmaca olduğunu düşünebilmek altı kalın kalın çizilmesi gereken;
Need for orientation yani yönlendirme ihtiyacı…Bireyin yönlendirme ihtiyacı vardır ama bunu minimuma indirmek ancak daha çok okumak, öğrenmek, gelişmek, bilinçlenmekle olur.
Yaşamaktan korkan sadece izleyen izleyiciler olabileceği endişesi taşıyorum.
Korku toplumu: Kapalı sistem yaratıklarının dış dünyaya karşı besledikleri korkudur. Yaşama korkusudur.’ (Oğuz Atay)
Zeki Demirkubuz ironisi neden devam etti?
Dün yayınlanan Yalan Dünya’da Zeki Demirkubuz’u gören oldu mu esprisi devam etti.
Demirkubuz, ‘Bu hoşuma gitti. ama her bölümde adım geçince rahatsız oldum” demişti ve Birsel’e Olgun Şimşek ve Nihal Yalçın ile haber göndermişti.
Buna rağmen neden espri devam ediyor diye düşünenler için belirteyim…
Gülse Birsel de şöyle bir cevap vermişti: “Zeki Bey, Olgun Şimşek ve Nihal Yalçın ile haber gönderdi. Zaten espriyi bitirecektim. 24 Şubat’ta yayınlanacak olan 8.bölümde eğlenceli bir hikayeyle daha erken bitireceğim. Aramızda sorun yok. Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan gibi büyük isimleri Cihangir’de bekleyen çok aktör var. Bu onun mizahıydı”
Ancak sanırım tarihte ve bölümde hata oldu, çünkü dizinin 8. bölümü gelecek hafta 2 Mart’ta Cuma günü yayınlanacak ve espri artık bitecek.
Çok sevdiğim, sanatını sevdiğim insanların tahammülsüzlüğü beni gerçekten üzüyor. Halbuki sanatlarından hiçbir şey kaybetmiyorlar…asla kaybetmezler mümkün değildir. Aynı tahammülsüzlük birçok ünlü ve siyasi için de geçerli. Sağlam ironilere tahammüllü olmak onları daha da değerli kılıyor halbuki, bir bilseler.
Bu sadece Cihangir’in doğal ortamının yansıması için yapılan art niyetsiz güzel bir ironiydi.

Nur Serter kendini savunurken nefret suçu işliyor

Uçurum dizisi konusuyla olay yaratması, farkındalık yaratması gerekirken uğraşılan şeylere bakın…
Dünden beri sinir içerisindeyim.
Ortada ne atılan başlıklar gibi bir skandal var ne de atılması gereken bir iddia var…
Dün yazımda şöyle bahsetmiştim; kötü adamın sağ kolu Nur Serter rolünde uzun zamandır başarılı bir dizide görmeyi istediğim Esra Ronabar da çok iyi bir kötü olmuş. Bu karakter zamanında fahişelik yapmış sonra mama olmuş.
Ve CHP İstanbul Milletvekili Nur Serter; “Diziyi izledim. Karakter, fahişeden ve mamadan da kötü. Benim ismim kolay değil. Siyaset yaşamında da yeni bir insan değlim. 10 yılı aşkın süredir tanınıyorum. İsmimin bu şekilde kullanılması tesadüf değildir. Böyle bir tesadüf olmaz. Şu andan itibaren benden özür dahi dileseler kabul edemem.” diyor.
Nur Serter kendini savunuyor güya ama nefret suçu işliyor, kime karşı mı seks işçilerine karşı. Onlara iğrenç diyor.
Seks işçilerinin bu aşağılanma karşısında haklarını kim koruyacak peki sorarım., .onlar insan değil mi diye sorarım. Onları bu sürece iten nedenleri kim sorgulayacak sorarım…
Nasıl isterdim milletvekilinin bu dizinin bu cesur konusuna eğilip destek olmaya çalışmasını farkındalık yaratmaya çalışmasına…
Gerçek ile kurmaca kavramlarını ayırdına varmalı.
Atılan başlıklara ne dersiniz ‘Uçurum’da milletvekili skandalı. Milletvekilini hayat kadını yaptılar.’
Yahu bu bir dizi…hani yazar ya hep dizilerin filmlerin başında; o yazıyı alıp duvarlara asmalı, tekrar tekrar okumalı;
‘Bu dizi, bu filmdeki karakterlerin hepsi hayal ürünüdür, gerçek kurum ve kişilerle alakası yoktur.’ diye.
Asıl enteresanı yapım şirketinin o aslında Nur Serter değil Nur Sertaç idi diyerek özür dilemesi. Mademki Sertaç neden özür diliyorsunuz, Serter olsa bile niye özür diliyorsunuz ki, Nur Serter adını bir karaktere vermek suç değildir; ben gazetede basım hatasını olduğunu hiç sanmıyorum. Yapım şirketi kamuoyundan da özür diliyor yine gereksiz yere!
Yapımcı şirket evet kullandık ancak bunda asla kasıt yoktur, bu sadece bir kurmacadır dese zaten sonuna kadar haklı.
RTÜK Başkanı Davut Dursun ise; ‘Yazılı basında yer alış ve bunun hukuka uygun olup olmaması bizim alanımızın dışında bir konudur. Dizideki hususa gelince önceden bir şeyi yasaklama şansımız elbette ki söz konusu değil. Yayınlandıktan sonra iddia edildiği gibi bir hususa rastlarsak biz onu hızlı bir şekilde değerlendirmeye alır ve gerekli çalışmayı yaparız. Ama bugün yaptırdığım çalışmada akşam yayınlayan dizinin birinci bölümünde iddia edildiği şekilde bir yayın olmadığını tespit etmiş bulunuyoruz.” şeklinde açıklama yaptı.
Farkında mısınız? Dizinin cesur konusu…
Uçurumun kıyısındaki hayatlar, uçurumdan atılıyor…

Uçurumun Kıyısında


Epeydir büyük beklenti yaratan Uçurum dizisi ATV’de başladı. Gerçekten de tanıtımları, dizi hakkında konuşulanlar, yazılanlar diziyle ilgili beklentiyi had safhaya çıkardı.
Ezel’in senaristlerinden Kerem Deren, öncelikle Ezel kadar beni şaşırtamadı. ‘Uçurumun Kıyısındaki Kadınlar’ İnsan ticareti ve kadın istismarını konu edinen dizi, bu cesur seçimiyle etkileyici, alkışları hak ediyor.
Cast olarak ise çok başarılı. Doğru role doğru oyuncu bulunmuş. Hikayenin kötü adamı Yaman’ı Erdal Yıldız canlandırıyor, dizilerimize yeni bir çok iyi bir kötü giriş yaptı diyebilirim. Erdal Yıldız’ın hem aksanında hem oyunculuğunda Birol Ünel havası sezdim.
Moldovalı Eva rolünde ise ülkemizde adını “Sinyora Enrica” filmiyle duyuran, yarı Balkan, yarı İtalyan oyuncu Lavinia Longhi rolünün üstesinden geliyor. Sinyora Enrica filminde Claudia Cardinale ve İsmail Hacıoğlu ile izlediğimiz Longhi’nin keşfi, İtalya’da “Sanguepazzo” filminde Monica Belluci ile olan sevişme sahnesi ile olmuştu.
Askerden döndüğünde her şeyini kaybettiğini gören ve cephede yaşadığı ağır bir travmanın yükünü taşıyan daha doğrusu taşımakta zorlanan Adem’i canlandıran Mehmet Ali Nuroğlu da rolünün hakkını veriyor.
Kötü adamın sağ kolu Nur Serter rolünde uzun zamandır başarılı bir dizide görmeyi istediğim Esra Ronabar da çok iyi bir kötü olmuş.
Selçuk Yöntem berber rolünde ve tam intihar edecekken Adem’in aslında hayatını kurtarıyor, yeni bölümlerde ikiliyi Adem’in akıl hocası olarak derin, güzel muhabbetlerde göreceğiz diye tahmin ediyorum.
***
Split-screen deneysel sinemada kullanılan bir tekniktir. Özetle, ekranı 2’den fazla bölmek…
Dizide de split-screen kullanımlarını çok beğendim.
Üç ana karakterin eş zamanlı kurgusu harikaydı. Daha başında Digiflame’e ait müthiş jeneriği etkisi altına sokuyor.
Dizideki yanlışlara gelelim; dizinin başında şöyle bir yazı var Bu dizideki tüm Moldovca sahneler Türkçe seslendirilmiştir.
Buradan ne anlıyoruz Moldovalı oyuncuları Türkçe izleyeceğiz ancak öyle olmuyor; bu seslendirme hem senkronu tutmayan hem de anlamsız bir şekilde aksanlı bir seslendirme. Moldova’da ameliyat sahnesinde bazı karakterler alt yazılı verilmeye devam ederken başrol aksanlı seslendirmesiiyle gidiyor. Tamamen düzgün bir Türkçe ile seslendirme olmalıydı.
Bizden bir Inarritu, bir Nolan çıkmayacağı düşüncem pekişti. Gözümüze sokulan Flash-backlerden çok rahatsız oldum. 3 ay önce, 2 ay kala (bu pek deneysel), 12 yıl önce, 14 yıl önce gibi. Ben Flash-back’in hiç yazmadan belirtilmeden belli belirsiz efekt geçişsiz olanını seviyorum, izleyicinin zekasını küçümsemeyelim artık hem sinemada hem dizilerde.
Yani kronolojik olmayan öykü anlatamıyoruz, zekayı zorlamıyoruz. Bizden bir Inarritu, Nolan çıkmayacağı düşüncem pekişti. İlk bölümün sonunu başta ver, basit şekilde flash-back yap sonra başladığın sahneye geri dön.
Sonuç olarak; Uçurum 2 milyon dolarlık ilk bölüm bütçesi ile dikkat çekiyor. İşlediği konuyla, gerilim- çatışma dozunun yüksekliğiyle ve müthiş castıyla vasat üstü bir yapım olarak karşımıza çıkıyor.
Satış sürecindeki ATV’nin bir süre yeni dizi yapacağını sanmıyorum, o nedenle Uçurum, Son ile birlikte kurtarıcı olacaktır.

Yalana tokat attık mı? Yalana tokat attık mı?

Yalan Dünya’da neden bu kadar reklam var… Çünkü zaten logolar hayatımızın tam ortasında demiştim…
Yani gerçekliğin yansımasını, maddi imkana dönüştürme maharetiydi.
Ancak şu yalan dünyada sadece logolar yok…Logolar bizi ele geçirmiş de değil… En azından hala ele geçirmedikleri var…
Dizinin son bölümünde yardımlaşma çabasının güzelliğini de gördük, hatırlatılmış oldu.
Her şeyi çabuk unuttuğumuz için tam da sırasıydı.
Van’ı hatırlattı bizlere Yalan Dünya.
Turkcell ve Türk Eğitim Vakfı’nın ortak projesi Türkiye Kumbarası kampanyası için 5283’e haydi gerçek bir mesaj atalım dedi.
Bu kampanya ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın da desteğiyle Van’da 100 öğretmene ev, 100 öğrenci için yurt yapılacak ve 100 başarılı öğrenciye de burs verilecek.
Bence bu sayı daha da artar, artmalı da… Arttırırız!
www.turkiyekumbarasi.com adresinden proje hakkında bilgi alıp bağışları takip edebilirsiniz.
Haydi tüm operatörlerden 5283’e mesaj atalım…
Yalan dünyada gerçek bir şeyler yapalım!
***
Van İçin Tek Yürek ve Kardeşlik Zamanı adlı yardım kampanyaları yapıldı ekranlarda.
Ancak görmüştük ki televizyona şov amaçlı bağlanıp hepimizin duygularını sömürüp vadettiği bağışı yapmayanların olduğunu öğrendik…
Evim evindir Van projesinin mimarı gazeteci Ahmet Tezcan, bu konuda birlik olalım ve bu kişileri bulup hep beraber teşhir edelim demişti twitter’da, #YalanaBirTokatat adıyla…
Kızılay ve Başbakanlık Afet Koordinasyon Merkezi duruma el koyarak bağış yapanlarla temasa geçmişti ve yardım sözü verip de ödeme yapmayanlara bir ay daha süre vermişti.
Verilen sözler yerine getirilmezse, bu isimleri kamuoyuyla paylaşacaklarını açıklamışlardı.
Ancak 7 Ocak 2012’de çıkan bu haberlerin üzerinden bir aydan fazla süre geçti.
Son durum ne çok merak ediyorum, kamuoyu ile paylaşılmalı.

18 Şubat 2012 Cumartesi

Sinemaya vefa borcu

Fetih 1453, 16 Şubat saat 14.53’te vizyona girdi. Filmi henüz izlemedim.
Çünkü filmin nasıl olduğundan çok artık böyle bir filmimizin olmasıyla ilgileniyorum.
Sinema tarihimizde ise İstanbul’un fethini anlatan ilk filmde 1951’de Sami Ayanoğlu Fatih’i canlandırmıştı.
Yıl 2012 ve biz belli bir standartta ancak tarihi bir film yapabiliyoruz.
Bu durum hepimiz için utanç verici de.
Film eleştirisinde emek var ama deyip eleştiri yumuşatmalarını sevmiyorum ancak böyle bir filme emek veren herkesi, başta Faruk Aksoy’u kutlamalı, desteklemeli.
Ve bir istisna olarak filmi izlemeden emeği takdir etmeli.
Faruk Aksoy, ‘Sinemaya vefa borcumu ödemek için Recep İvediklerden kazandıklarımın neredeyse tamamını yatırdım.
Fetih, sadece bizleri değil, dünya tarihini ilgilendiren bir olay. Ortaçağı kapatıp Yeniçağı açtı’ diye belirtiyor.
Faruk Aksoy şimdiye kadar hiç de tasvip etmediğim filmler çekti ancak gerçekten de vefa borcunu ödemiş oldu bence, büyük cesaret, büyük risk…Tarihi film geleneğimiz yok, altyapımız yok..
Nasıl olmuşsa olsun hataları varsa da ben bu filmi beğendim ve alkışlıyorum; en kısa zamanda da izleyeceğim.
Kitabı da filmden önce çıktı
Aynı zamanda filme danışmanlık yapan Prof. Dr. Feridun Emecen’ın Fetih ve Kıyamet/1453 adlı kitabı da filmden önce Ocak ayında Timaş Yayınları’ndan çıktı.
Emecen’ın böyle bir kitap yazma düşüncesi filmle birlikte mi çıktı yoksa zaten kitabı yazıyordu da filme danışmanlık yapması mı teklif edildi bilemiyorum.
Ancak ortada her halikarda bir strateji örneği bulunuyor.
Kitaptan:
“Osmanlı hükümdarlarının yedincisi olan II. Mehmet ilk defa Osmanlı tahtına cülus ettiğinde babası II. Murad ile bazı devlet adamları ve uç beyleri arasındaki çetin iç çekişmenin bir piyonu olduğunun muhtemelen farkında değildi.”(sf. 79)
Filmle ilgili notlar:
‘Fetih 1453′ için Prof. Dr. Feridun Emecan, Doç. Dr. Hülya Tezcan, Prof. Dr. Gülgün Köroğlu ve araştırmacı-yazar Adem Saraç danışmanlık yapmış.
Almanya, Hollanda. Belçika, Avusturya, Fransa, İngiltere, İsviçre, K.K.T.C., Endonezya, Malezya ve Rusya’da da gösterime giriyor. Engelliler için de bazı salonlarda alt yazı uygulaması yapılıyor.
Bütçesi 17 milyon dolar olan filmde Devrin Evin, İbrahim Çelikkol, Dilek Serbest, Recep Aktuğ ve Erden Alkan gibi isimler rol alıyor.
Altyapımız olmadığı için haliyle istenilen performansı figüranlar sergileyememiş. Ve Faruk Aksoy, Genelkurmay Başkanlığı’ndan yardım istemiş ve böylece İstanbul’daki çeşitli kışlalardan askerler, ‘Fetih 1453′te rol almış.
2 bin 500 parça kostümün dikilmiş ve 6 bin parçalık zırh, silah ve çeşitli aksesuar hazırlanmış.

‘Diziler para, tiyatro ise ruh kazandırır’

Usta tiyatrocu Haldun Dormen “Oh Olsun” adlı yeni bir sit-comla ekranlara döneceğini açıklamıştı. Hem de şu dikkat çekici cümleyle; ‘Diziler para, tiyatro ise ruh kazandırır” dedi.
Haldun Dormen’le dün tanışma fırsatı yakaladım ve bana yeni dizisinden ipuçları verdi, televizyonda yapmayı çok istediği bir projeyi de anlattı.
En son sunuculuğunu ve yapımcılığını Osmantan Erkır’ın yaptığı Artiz Mektebi yarışmasında baş eğitmen olarak bulunmuştu.
Öncelikle Oh Olsun, Fox TV’de yayınlanacak. Dizide ayrıca Nevra Serezli, Mehmet Ali Kaptanlar da rol alıyor. Ancak Metin Serezli değil de yine bir usta Müjdat Gezen rol alacakmış.
Dizi, ağırlıkla Nişantaşı’nda bir apartmanda geçiyor. Avrupa Yakası’ndan sonra Nişantaşı dünyasını hicivle anlatacak yeni bir dizimiz daha oluyor.
Haldun Dormen ise bir spor salonu sahibini canlandıracak. Oğlu rolünde ise konuşulan isimler arasında BKM Mutfak’tan tanıdığımız Oğuzhan Koç var.
Umarım da olur çok yerinde bir seçim.
Tabii ki önce izlemek gerek ama şimdiden iyi bir sit-com geliyor diye düşünmeye başladım.
Senaryo da sağlamsa tutmaması için bir neden yok.
Sonra ise, Haldun Dormen televizyonda yapmak istediği projeden bahsetti:
‘Sizin yaşınız yetmez ama benim TRT’de sunduğum bir sinema programı vardı: ‘Kamera Arkası’.
İşte, ‘Kamera Arkası’nın tiyatro versiyonunu televizyonda yapmak istiyorum.’
Anlatırken müthiş heyecan duyuyordu. Programın adı da hazır: 3. Zil
Bu projenin özellikle TV8 ya da Kanaltürk gibi tematik bir kanala çok yakışacağını düşünüyorum.
Yapımcılar mutlaka bu projeyi hayata geçirmeli.
Kamera Arkası’nı bilmiyordum gerçekten de. Videolarını internetten buldum, o dönem türünde tek imiş.
Programdaki Sorun Söyleyelim köşesinde ise sinemaseverlerden mektupla gelen sorular cevap buluyormuş.
Programa internette yapılan yorumların hepsi olumlu;
*Sadece TRT kanallarına sahip bir ülke vatandaşı olarak, dünya sineması hakkında bilgi aldığımız tek kaynaktı. perşembe akşamları 21:00’de yayınlanırdı.
*Benim gibi 80 doğumlu veya yaşı biraz daha büyük arkadaşlar mutlaka hatırlar, yıllar önce tek kanallı dönemde kamera arkası vardı. Haldun Dormen’le beraber iki kişi istanbul’da eski bir sinema salonununda sunarlardı programı, hepsi dizilirdi koltuklara seyirciler mektupla soru gönderirdi onlar da sorulara cevap verirlerdi, filmlerdeki çekim hilelerini gösterirdi. Şimdi bu kadar tv kanalı var adam gibi sinema programına hasretiz bence Türkiye’de yapılmış en iyi sinema programı.
Dormen’in Kamera Arkası gibi bir sinema programı yapmasının öncesi var. Tiyatrodan sinemaya geçen Dormen, Altın Portakallı Bozuk Düzen ve Güzel Bir Gün İçin filmlerini de yönetti ancak ödül kazanan filmleri para kazanamayınca tekrar yapma imkanı kalmamış ve tiyatro dönüp tiyatro sayesinde film borçlarını kapatabilmiş.
Dormen’in eski bir röportajındaki sözlerinin tam sırası, üzerine uzun uzun düşünmeli; “Ülkemizde tiyatroya ve tiyatro sanatçılarına daha güzel imkanlar sağlanmalı. Tiyatro sanatçıları tiyatrodan çok ciddi paralar kazanamadıkları için televizyonlarda program yapmak zorunda kalıyorlar. Aksi halde geçim sıkıntısı içine düşerler. Ben de tiyatro sanatçısıyım, ancak özel bir televizyonda program yapıyorum.
Hayatının 50 yılından fazla bir bölümünü tiyatro sahnelerine adayan Gazanfer Özcan, ölümünün ardından vergi borçlusu olduğu ortaya çıktı. Böyle büyük bir sanatçının ve hatta devlet sanatçısının yurt dışına çıkma yasağı olması bizleri derinden yaraladı”
Haldun Dormen’in ‘Diziler para, tiyatro ise ruh kazandırır’ sözüne katılıyorum ancak kısmen.
Televizyonun kitlelere ulaşma gücü ve hızı çok önemli, kitleleri etkileme gücü çok önemli; bu bağlamda örneğin izleyici televizyonda gördüğü, tanıdığı bir oyuncuyu tiyatroda izlemek için, yakından görmek için de can atabiliyor.
Yani televizyon aynı zamanda tiyatroya izleyici de kazandırıyor kanımca.
Evet televizyon para kazandırıyor ama salt para kazanma aracı olarak da görmemeli.