31 Ekim 2011 Pazartesi

Reytingin Anatomisi ÇIKTI


‘’Reyting Verileri ne kadar doğru’’ başlıklı yazımda reyting sistemindeki yanlışlardan, televizyonculuğun zan altında olduğundan bahsetmiştim.

Gel zaman git zaman kimseden ne AGB’den ne TİAK’tan hiçbir açıklama yok, bu deşifre olan 800 deneğin akibeti ne oldu, değiştirildi mi, aslında deşifre olmayan ama değiştirmesi sirkülasyon olması gereken 1700 aslında deşifre 800 ile 2500 deneğin de miadı doldu, onlarla ilgili bir gelişme var mı?..
“Van İçin Tek Yürek” kampanyasının AGB reytinglerinde izlenmediğini gördük, buradan Muhteşem Yüzyıl ve Kuzey Güney izlendi ama bu kadar kanalın yaptığı yardım yayının hali ortada halk duyarsız, dizi izliyorlar işte ne yapsak boş tarzı manipule edici haberler çıktı.
Peki tüm bunlar olurken aynı akşam yani Çarşamba akşamı ülkemizdeki reytingin anatomisini çıkaran bir program vardı ve gözlerden kaçtı!
Bu program TRT Haber’de yayınlanan Büyük Takip programıydı. Programı baştan sona izledim ve altı çizilmesi gereken çok çok önemli noktalar bulunuyor.
Ne olmuştu 2009 yılında TRT AGB reytinglerinden kendi isteğiyle çıkmıştı. Bu kararı TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin; “TRT, yanlıştan yana taraf olmayacaktır TRT, yanlıştan yana taraf olmayacaktır. TRT’nin reyting diye bir kaygısı yoktur, ama hukuk diye bir kaygısı vardır. Sis-temden çıktık çünkü yanlış tartan bir terazinin tarafı olmak istemedik” şeklinde açıklamıştı.
800 hanenin deşifre olması tek skandal değil, geçmiş yıllarda da bunun gibi birçok olay var, yapımcıların ellerine geçen listeler, izlenme karşılığı hediye teklifleri var.
Yani, Büyük Takip programına konuşan TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in dediği gibi, AGB Neilsen araştırma şirketinin reyting ölçümünde güvenilirliği kalmadığını görüyoruz ve ‘Şu anki durum maalesef gerçekleri yansıtmıyor’ diyor Şahin aynı zamanda.
Şu anda ise 14 TRT kanalını SBT(Sabit Analiz Şirketi) adlı yüzde yüz Türk sermayesinden oluşan yeni bir şirket ölçüyor ve Şahin yeni sistemle beraber hangi kanalın ne kadar izlendiği bilgisine anında ulaşabildiklerini, böylece akıllarda soru işareti oluşmadığını söylüyor. İzlenme oranlarının anında öğrenilmesinin programlara daha kısa sürede müdahale şansı doğurduğunu belirtiyor. SBT’nin sisteminde saniyelik reytingler alınabiliyor. AGB şirketinin ölçümleri ise İtalya’da bulunan merkeze iletiliyor ve veriler burada işleniyor. Sonuçlar alınana kadar da neredeyse bir tam gün geçiyor.
Nasıl işliyor reyting sistemi?
Araştırma sonucu belirlenen evlere peoplemeter cihazları takılıyor. Artık o evlere denek deniyor. Üzerinde her hane bireyi için ayrı tuş var ve hangi birey izliyorsa izlemeye başladığında ve bitirdiğinde kendi düğmesine basıyor.
Sistemde; kayıt işlerini düzenli yapılan aileler her ay ödüllendiriliyor, programda puan karşılığında izlenen programlar ve bu puanlar karşılığında hediye edilen ev aletlerinden bahsediliyor. Düzenli tv izle hediyeyi kap; 150 puana mutfak robotu, 180 puana elektrikli süpürge, çatal-bıçak seti gibi. Böyle olunca dış müdahele olmuş oluyor haliyle.
1 Milyar Dolarlık Haksızlık
Programda Reklam Verenler Derneği üyesi Caner Turaman; Türkiye’de şirketlerin televizyon reklamı için ayırdığı bütçenin yaklaşık 3 milyar dolar olduğunu vurguluyor. Bu, 800 hanenin deşifresiyle 1 milyar dolarının haksız yere el değiştirmesi anlamına geliyor. Reklam verecekler için de en önemlisi en çok izlenen programın arasına reklamını koydurmak.
TİAK 1 Ekim 2011 itibariyle 800 haneyi iptal etti. 800 hanenin en geç 5 hafta içerisinde tamamlanacağını da belirtmişti ama henüz bilgi yok.
Prof. Dr Nilüfer Narlı, reyting sözcüğünün getirdiği olumsuzluklardan bahsediyor; ‘’Reyting sistemini birçok yapımcı üzerinde kaygı uyandırıyor, ürününü daha fazla satmak ürününün daha fazla insan tarafından izlendiğini ispat etmek için program kalitesinden fedakarlık edilebiliyor bir de reyting yapan bir dizi bir program varsa onun benzerini yapmaya çalışıyor, yaratıcılığı öldürüyor…’’
Türkiye’de ölçümler 21 yıldır AGB Nielsen şirketi tarafından yapılmakta.
Dünyada da aynı şirket ölçüyor teknik açıdan hiçbir ülkede hiçbir sorun yok ancak diğer ülkelerde olmayanlar bizde oluyor maalesef.
Medya Uzmanı Sedat Üretmen programda her şey olabilir bir hane izlemediği halde izliyor görünebilir. Mesela buna benzer itirazlar da oldu geçmişte bir tvnin yayını 24.00’te bitiyor ama izlenme sinyali geliyor.
Gazeteci Emre Aköz; ‘’TRT’nin bu çıkışını doğru buluyorum, %100 destekliyorum birilerinin bunu yapması birilerinin bu sisteme, durun hayır demesi lazımdı’’ diyor.
Reyting Sisteminde 2012’de Değişikliğe Gidiliyor
Reyting denetim mekanizması ise TİAK (Televizyon İzleme Alışkanlıkları Anonim Şirketi). TİAK Türkiye’de reytingi ölçen şirketi belirleme yetkisine de sahip.
TİAK bütün bu gelişmelerden sonra 21 yıldır ölçüm yapan AGB ile ayrılık kararı alıyor. Yeni ölçüm yapacak şirket ise TNS.
TNS şirketi ise ölçümlere 2012’de başlanması planlanıyor. Aslında 2011 planlanıyordu.
30 kanalın ölçülecek ölçüm yapılan şehir sayısı arttırılıp denek sayısı da 2500’den 3500’e çıkarılacak.
(TNS Media Research, dünya genelinde, internet, TV ve radyo izleyici ölçümü hizmetleri veriyor. Operasyonun uzmanlığı ve teknololojisi, Kanada, Çin, Norveç, Danimarka, Rusya, İspanya, İngiltere ve ABD dahil 30’dan fazla ülkedeki izleyici ölçümü hizmetlerini desteklemekte. Araştırma, öngörü ve danışmanlık şirketi olan Kantar Grup’un bir parçası.)
Bazı haberlerde yazılarda okuyorum deniyor ki bu dizi reytinge kurban gitti, hikayesi iyi ama işte halkımız bunu istemediğinden tutmuyor gibi gibi birçok örnek…
Ben de onlara şöyle demek istiyorum şaka mı yapıyorsunuz şu anda reyting sözcüğüne hala bütün bu olanlardan sonra güvenebiliyor musunuz…
Bence reyting sözcüğünü bir süre kullanmayalım (en azından ben kullanmayacağım) ve yeni sistemin hayat geçirilmesini bekleyelim.
Umarım mis gibi yeniliklerle yeni ölçüm sistemiyle televizyon dünyamız için de güzel olacak gelişmeler olur ve bütün bu olanlar temizlenip gider.

29 Ekim 2011 Cumartesi

Türkiye’nin en şık kadını seçiliyor!

Tuna Kiremitçi "Kelebek"teki köşesinde çok önemli bir konu ele alınmıştı. "Dizilerde niye türbanlı kadın yok?"  

Esra Elönü ise "Reytingimiz yok be abi..." diyerek cevaplamıştı. 



Tuna Kiremitçi de "Sizi dizilerde sadece idealize edilmiş azizeler şeklinde görmek isteyen erkek egemen kafayla hesaplaşmadınız." Şeklinde cevap vermişti. Bütün bunların üzerine Ertuğrul Özkök bu konunun derinine inen bir yazı yazmıştı.  

Dizilerde kocasını aldatan türbanlı kadın da seyretmeye hazır mısınız? 

Dizelerde sevdiği erkekle öpüşen türbanlı kadın da seyretmeye hazır mısınız? 

Dizilerde kötü, cinayet işleyen, hırsızlık yapan, arkadaşına kazık atan, gelinini arkadan bıçaklayan türbanlı kadın da seyretmeye hazır mısınız? gibi sorular sorarak aslında bütün nedenleri bir bir açıklamıştı. 

Ahmet Hakan da konuya dahil olup türbanlı kadınların gayet alengirli kıyafetlerle kamu alanında arzı endam etmesinin altını çizmişti. *“Türban” artık, renksiz, cazibesiz, ışıltısız bir hayatın başat unsuru olmaktan çıktı* demişti yazısında. 

İşte bütün bunlara değinmemin nedeni şöyle; Show TV’de yayınlanan Bugün Ne Giysem yarışmasında Türkiye’nin en şık kadınını seçme amacı olan programda türbanlı bir yarışmacı moda tasarımcısı Betül Sinem Sezgin kendi tasarladığı ve terzisine diktirdiği kıyafetiyle jüriden şıklığına tam not alarak finale kaldı. Dizilerimizin türbanlı kadına hazır olmadığı bir gerçek. Türbanlı yarışmacının bir moda programında finale kalması ise Ahmet Hakan’ın sözlerini doğrular nitelikte. 

27 Ekim 2011 Perşembe

Televizyonlarda deprem yayınları

Samanyolu Televizyonu’nda, Van için yardım kampanyası yapıldı. Canlı yayının sunuculuğunu Mehmet Akbay nam-ı diğer Gezegen Mehmet üstlendi. Kardeşlik Zamanı sloganıyla yapılan yayında ciddi bir miktarda bağış toplandı.

Tekrar diyorum ki televizyon gibi bir kitle iletişim aracını küçümseyen, anlamının içini boşaltmaya çalışanlar ve televizyon seyretmiyorum diyenlere selam gönderiyorum. Televizyon sadece eğlence aracı değildir, işte böyle kitlelere bir anda ulaşır ve böyle bir gücün oluşmasını sağlar.
 En önemlisi kanal yöneticileri, yapımcılar ülkemizin zor günlerinde yayınlarında maksimum duyarlılığı göstermeli.

Daha önce de belirttiğim gibi hala böylesine zor zamanlarda televizyon kanallarında bir panik havası seziyorum, gerçekten de tam olarak ne yapmaları gerektiğini bilemiyorlar; yayınlarımızdaki denge sorunu devam ediyor. Bir kanalda eğlence devam ederken bir diğerinde depremden canlı yayın yapılıyor.



Bu toplum, tv izleyicisi üzerinde de travma yaratabilecek bir durum


Depremle birlikte kanallarda da artçı yaşanıyor. Ana kanalların deprem anında yayın yapmamaları ve normal  akışlarına hiçbir şey olmamış gibi devam edip, sadece kendi belirledikleri saatte haber yapmalarını yanlış buluyorum. Medya toplumun aynası olmalı.

Başarılı yayınlarından ötürü CNNTÜRK’e tebrikler ve tabii ki twitterda tüm hassasiyetiyle yer alan CNNTÜRK Genel Müdürü Barış Tünay’a teşekkürler. TRT Haber ise Pazar günü Van’daki durumu en iyi aktarabilen kanaldı.



Sosyal Medyada tepkiler



Acun Ilıcalı sosyal medyada epey eleştirildi eğlence içerikli programları devam ettiği için ama bu konuda kesin bir bilgim yok kanal mı böyle bir karar verdi, daha önce çekilen programlar çünkü, kanalın insiyatifinde olabilir, o nedenle çok sert eleştirmemek gerekir tüm detayları bilmeden. Bu konuda ayrıntılı bir açıklama yapmalı. Hani tvlerdeki dengesizlik diye bundan bahsediyorum yapımcıların bir tutarlılığı olmalı.

Dün ise Van İçin Tek Yürek yayınında Van’a okul yaptıracağını açıkladı, bunu da ekleyeyim.
Okan Bayülgen, daha ilk gün bütün duyarlılığıyla TV8’de Gökmen Karadağ ile canlı yayın yaptı. Bütün hafta boyunca da devam ediyor.

Ilıcalı ile Bayülgen’i televizyonculuk açısından karşılaştırma gafletine düşmemeli, karşılaştırmak yanlış çünkü ikisinin televizyon için yaptıkları ve ortaya koydukları şeyler farklı, kulvarları farklı yani.

Küçük bir not; Sosyal medyadaki tepkilerin reytinglere etkisi söz konusu olamaz çünkü şu an reyting ölçümlerinin durumu ortada zaten, şu an güvenilir değil daha önce de yazmıştım.


Van İçin Tek Yürek Yayını


Dün akşam ise televizyon tarihimiz için bir ilk gerçekleşti. Yayın için emeği geçen herkese teşekkürler, tebrikler…


Kanal D, ATV, CNNTÜRK, Star TV, Fox, NTV, Kanaltürk, Beyaz TV, Kanal 24 televizyonları ve  CNNTÜRK Radyo, Radyo D ve Radyo Moda’nın ortak yayınıyla, "Van İçin Tek Yürek" programı gerçekleştirildi. Ancak yayına katılacağı açıklanan TNT, Habertürk, A Haber katılmadılar. Show TV ise ortak yayına katılmayarak yakında kalkması mümkün dizilerinden Sensiz Olmaz’ı yayınlama tercihinde bulundu maalesef.

Ortak yayının sunucuları ise Beyazıt Öztürk, Şebnem Sunar Küçük ve birçok ekran yüzünün katılımıyla bağışlar toplandı. Beyaz tam ‘Deprem vergisiyle ilgili bu halk bir cevap bekliyor’ dedi ve Şebnem Sunar Küçük adeta Beyaz’ı uyarmaya çalışır gibi şu an hattımızda biri var diyerek konuyu değiştirdi. Ancak Beyaz tekrar konuya girdi isyan ederek.

TRT Haber'de ekrana çıkan Prof. Dr. Ahmet Ercan da tam Türkiye'deki şehirlerin çoğunun 1. derece deprem kırıklarının olduğu bölgelerde kurulduğunu, hükümetin zorunlu hale getirilen deprem vergisi ile yıkılan evleri yaptırması gerektiğini söylerken spiker tarafından sözü kesildi. Sosyal medya da tepkili bu konuda, Twitter daha önce dediğim gibi tam bir seslilik sarmalı oldu ve üyeler deprem anından beri kesintisiz yayın yaparak büyük katkılar sağladılar, adeta ortak yayın yaptılar.

Dün ise birçoğumuzun daha adını bilmediği bir örgütten tv izlerken haberim oldu ve gururlandım.
Ulusal Medikal Kurtarma Ekipleri (UMKE) Van'da 3 gün içinde 10 doğum yapmışlar, Azra Bebek'i de müthiş deneyimleriyle kurtardılar. Göçük altında dahi ameliyat yapabilen profesyonel bir sağlık kadrosundan oluşuyor ve sadece ülkemizde bulunuyor.



Bağışlar ne olacak?



Samanyolu’nun yayınına bağlanan Cüneyt Özdemir’in dikkat çektiği bir nokta vardı. ‘Ben bağış yapmayacağım, bir gazeteci olarak bağışların nasıl değerlendirildiğini takip etmeye söz veriyorum’ diye altını çizdi. Van İçin Tek Yürek yayınındaki bağışları da takip etmesini rica ediyorum.

Son olarak umuyorum ki televizyonun gücü ve duyarlılıklarla toplanan bağışlar amacına ulaşabilir ve deprem konusundaki eksiklerimizin(özellikle de koordinasyon konusun
da) konuşulduğu yayınlar da tüm hızıyla dengeli bir şekilde devam eder.

25 Ekim 2011 Salı

Sessizlikten, sesliliğe gidiş


Medya ve kamuoyu ilişkisi üzerine önemli etki araştırmalarından ikisi gündem belirleme ve suskunluk sarmalı…
Suskunluk (Sessizlik) sarmalı, 1984 yılında Elisabeth Noella-Neumann’ın geliştirdiği bir kuram.
Birey yalnız kalmamak için bulunduğu ortamdaki hâkim görüşe karşı çıkmaz ve bu suskunluk böyle sarmal şeklinde büyür gider.
Bu kuramda kitle iletişim araçlarının bireyleri dolayısıyla toplumu susturabilme gücünden bahsedilir. Azınlık sesini çıkaramayarak çoğunluğa yenik düşer… Çoğunluk daha da güçlenir. Bireyler, yaygın sandıkları görüşler karşısında toplumdan soyutlanma korkusuyla, kendi görüşlerini söylemekten çekinir. Aynı şekilde bireyler, toplumda baskın olan görüşlere sahip olduklarını fark ettiklerinde de kendi görüşlerini söylemekte daha inançlı davranırlar.
Çoğunluk dominant olan tarafın sesi daha çok çıktıkça azınlık iyice susar.
Peki, kurama göre baskın görüşleri de çoğu zaman öğreten kimdir; Medya, gündem belirlemede ise en basit tanımıyla medyanın ne hakkında düşüneceğimizin kararını vermesidir.
Bütün bunları açıklamaya çalışırken gelmek istediğim nokta; Sosyal Medya.
Çünkü artık bildiğimiz medya ve siyasetin dışında da gündem belirleyen bir aracımız var o da sosyal medya dediğimiz alan; Twitter, Facebook, Google + v.b.
Artık yeni bir çağdayız ve suskunluk sarmalını adı bence çığırtkanlık sarmalı oldu.
Twitter’da herkesin her konuda en rahat şekilde konuşabildiğini ve kimsenin susmadığını, herkesin görüşlerini rahatça açıkladığını görüyoruz.
Veee en önemlisi bir anda baskın tarafların oluşturulduğunu da. Kısacası istenilen bir konuda eğer takipçiniz çoksa istediğiniz konuyu trending topicste görüyorsunuz ve başkalarının da bunu görmesini sağılıyorsunuz ya da görmesine neden oluyorsunuz.
Burada ise olumsuz yan denetimsiz bir ortam bulunması, kişilerin fütursuzlukları…
Ancak gerçekten sağlam bir dert, amaç varsa ortada bunu duyurup baskın olumlu taraflar oluşturabilirsiniz.
Okan Bayülgen’in yaptığı gibi. Şehit haberlerimizden sonra medyaya seslenen ve bazı programlarını kaldırıp, dizilerini devam ettiren kanallara kısacası Türk medyasına: “Bugün yoksanız ne zaman varsınız?” diye seslendi. “Sıkıyorsa dizileri kaldırın” tagiyle beraber çok fazla da destek aldı.
Ben de sonuna kadar katılıyorum fikirlerine. Örneğin keşke Beyaz gibi kitlelerin çok sevdiği bir isim programını yapsaydı. Hadi canlı programları kaldıralım ama elimizdeki dizileri yayınlayalım çözüm değil. Buradaki temel sorun da zaten dizilerin kaldırılıp kaldırılmaması değil; bu olay karşısında nasıl tepki vereceğini bilemeyen televizyonculuğumuz. Acaba diyorum bir manifesto mu yayınlansa oluşturulsa… İronik ama durumumuz budur… Televizyoncularımız peki yayın akışlarını değiştirmek için şehit sayımızın çokluğuna mı bakıyor, maalesef evet ve işte bu çok acı…
Yayın yapmayalım deyip kaçmak çözüm değil bu sadece belli formatların başarısını gösterebildiğinizi vuruyor yüzümüze. RTÜK’e magazin, eğlence programları devam ettiği için ilk başta şikâyette bulunan toplumun reaksiyonu söz konusu; çünkü acı çekiyor… Medya da toplumun yansıması, aynası ve bundan rahatsız olup haklı olarak tepki gösteriyor.
Maharet şu günlerde ihtiyacımız olan o hassas dengeyi sağlayabilmekte, Okan Bayülgen de bu konuda bence rakipsiz.

***

Son olarak; Sosyal medyadan ne düşüneceğinizi görün ancak nasıl düşüneceğinizi değil…
Bence artık sosyal medyayla beraber suskunluk sarmalının…
Adı seslilik-çığırtkanlık modeli oldu.
Sesliliği, çığırtkanlığı daha çok olumlu kullanabilmemiz dileğiyle…

20 Ekim 2011 Perşembe

Yayınlarda denge sorunu var


Kanal yönetimleri, Hakkari’de çıkan çatışmada askerlerimizin şehit olmasının ardından yayın akışlarını değiştirdiler…
Kanal D, BKM Mutfak Çok Güzel Hareketler programı ile Koca Kafalar programı yayınlanmadı. Şanslı Masa ve Cuma akşamı yine saat 23.00’te ekrana gelecek olan Beyaz Show’u da yayınlamayacak. Star TV, “Çalgı Çengi” adlı Türk sineması yerine “Ölümcül Deney 4” (Resident Evil Afterlife) adlı yabancı sinemayı yayınlama kararı verdi. Duymayan Kalmasın’’ programı da perşembe ve cuma günü yayınına ara veriyor.
A Haber ise hafta içi her gece 00:10’da yayınlanan “Uykusuz Her Gece” programını; 19 Ekim 2011 Çarşamba, 20 Ekim 2011 Perşembe ve 21 Ekim 2011 Cuma günleri yayınlamayacak. ATV’de cumartesi geceleri canlı olarak yayınlanan Hakan Bey, bu hafta yayınlanmayacak. Esra Erol’la Evlen Benimle programını da akıştan çıkardı.
CNN Türk’te yayınlanan “Mesut Yar ile Burada Laf Çok” programının dün akşamki yayını da iptal edildi. Best FM yayınını durdurdu.
Bütün bunları niye yazıyorum çünkü ülkemizde böylesine bir acı karşısında hala nasıl bir yayıncılık tavrı izlenmeli konusunda kararsız kalan televizyon yöneticileri ve yapımcıları görüyoruz. Yayına ara vermeyip magazine devam edenler de oldu çünkü.
Neden mi reyting denen şeyden oluyor tabii ki her şey?
Buna en ağır tepkilerden birini ise Kanat Atkaya twitterda şu sözleriyle verdi; ‘Böyle bir sabahta “gerzek yayıncılığı” sürdürüp “hayat devam ediyor” denmez. Ayıptır. Ötesini söylemeyeyim… ’
İşte bu keskin noktada RTÜK aldığı şikayetler üzerine duyarlılık çağrısı yaptı dün, RTÜK kanallara böyle bir durumda böyle bir çağrı yapma ihtiyacında hissediyor, çünkü bazı kanallar eğlence türüne devam ediyor; bu durum işte tam olarak ekranlardaki ikiliği, denge sorununu ortaya seriyor.
RTÜK mesajda; Tüm ülkeyi üzüntüye boğan böylesi günlerde, vatandaşlarımızın hassasiyetlerinin göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkat çekip, 2007 yılında imzalanan Yayıncılık Etik İlkeleri’nden birinin de ”İzleyicilerin ve dinleyicilerin gereksinim, beğeni ve hassasiyetlerine önem vermek” olduğunu hatırlatıyor.
Dün akşam Okan Bayülgen ise farkını ortaya koyarak Kral Çıplak ile TV8’de konuklarıyla birlikte duyarlılığını, ortak bir platform yaratma çabasını gösterdi.
Ekranlarda şiddet, nefret söylemlerini, görüntülerini köpürtme gafletinde bulunulmamalı.
Denge sorunu var ekranlarımızda ciddi şekilde, ya şiddet-nefret ya eğlence… Tam da ihtiyacımız olanı; dengeyi tutturmak?!
Öyle bir dönemdeyiz ki yeni başlayacak bir dizi, rakip diziden önce başlasın diye haberi erken bitiriyorlar. Diziler, haberlerden önemli olmaya başladı. Yani kurmacanın gerçeklğin önüne geçme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Hatta geçti bile?!
Sorun haydi duyarlı olalım eğlence programlarını kaldırdık, dizileri koyalım, bant yayınları, elimizdeki filmleri koyalım diyerek baştan savılmamalı. Kanallar kaldırdıkları bu programların yerine dün Bayülgen’in yaptığını yapabilir. Aynı programların içeriğine değişiklikler getirip yayınlayabilir. Televizyonun gücü çok büyük, kimse yadsıyamaz.
Ben de kanallarımızı dengeli olmaya davet ediyorum. İzleyicilerin ve dinleyicilerin gereksinim, beğeni ve hassasiyetlerine önem veren, ortak alanlar yaratılabilecek yayınlar yapmalarını diliyorum.

18 Ekim 2011 Salı

Doğuş Grubu’nda köklü değişiklikler


Tven doğmadan öldü mü diye başlık atmıştım son yazımda, belki de hiç doğmayacaktı da…
En başa dönersek NTV’deki eğlence içerikli programlar TVen’e geçecek şeklinde duyurulmuştu ilk olarak aylar önce. Hemen sona geliyorum Star TV, Doğuş Grubu’nun oldu. Tven adıyla yapılan projeler de bu kez Star TV’ye kaydırıldı.
Yani özetle televizyon dünyasını ve Doğuş Grubu’nu da şimdiye kadar epey düşündürttü ve karıştırdı TVen.
TVen sanki bir disütopyaydı…
Star TV’nin alınmasıyla Doğuş Yayın Grubu Genel Müdürü Cem Aydın aynı zamanda Star TV’nin de Genel Müdürlüğü görevini de yürütecek.
Peki yeni binasına taşınan NTV’de ne tür gelişmeler var?
Ufuk Şanlı tarafından, Twitter’da paylaşılan bu yeni iddiaya göre; NTV’nin başına Mustafa Karaalioğlu geçiyor. Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu.
Mustafa Karaalioğlu ve NTV deyince aklıma NTV’de yayınlanan Basın Odası programında Nuray Mert ile şiddetli tartışmaları geliyor. Hatta bu tartışmalar üzerine Karaalioğlu programdan çekilme kararı almıştı. Yerine ise Nazlı Ilıcak gelmişti.
Doğuş Yayın Grubu Genel Müdürü Cem Aydın kanaldan ayrılıkların olduğu dönemde bir röportajında;
Şimdiye kadar yapılan yorumlar NTV’nin bundan böyle “Yorum yapmayan” diğer bir ifadeyle “ajans haberciliği” yapan bir kanala dönüşeceği yönünde. Gerçekten de artık “yorumsuz” bir NTV mi göreceğiz? sorusuna şöyle cevap vermişti;
-Yorumu izleyici yapacak, NTV’nin görevi olup biteni en anlaşılır haliyle izleyiciye ulaştırmak, haberi yorumla değil bilgiyle tamamlayacağız. Bunu hakkıyla yapabilirsek zaten yaptığımız işi bir adım daha ileri götürmüş oluruz. Daha önce de NTV’ye “ajans haberciliğj” tanımı yapılmıştı. Ajans dilinden bahsetmiyorum ama evet yorumsuz yalın haber anlamında doğru. Hakkıyla yapılırsa önemli bir ihtiyacı karşılayacaktır. NTV’nin siyasi bir duruşu yok mu, olmayacak mı ? Hayır yok ve olmayacak. Olması kötü bir şey de değil, siyasi yayıncılık yapan kurumlar var. Ama biz yapmıyoruz.
Bütün bu gelişmeler Doğuş Grubu’nda yaşanacak, yaşanmakta olan köklü değişimlerin habercisi özetle.
Bizleri artık farklı bir Star TV ve NTV bekliyor, izleyip görelim…
Çağnur ÖZTÜRK

16 Ekim 2011 Pazar

TVen, doğmadan öldü mü?



Aylardır konuşuyoruz Doğuş Grubu’nun yeni kanalı TVen kuruluyor, şu diziyi transfer etti bu program başlayacak ama aylardır ortada bir kanal yok.
TVen ile ilgili afaki bir durum söz konusu ortada aylardır bir deneme yayını yok kanalın frekansı yok sadece adı var, evet tam anlamıyla kanalın adından başka bir şey yoktu. Önce ekim ayında sonra kasımın ikinci haftasında yayına başlayacağı açıklandı.
Muhteşem Yüzyıl ve Behzat Ç. TVen’e transfer oluyor mu, olacak mı ile ilgili epey haber yapıldı, reklam yapıldı.
Bu dizilerden Muhteşem Yüzyıl eski kanalı Show TV’de başladı yine yeni yayın döneminde. Behzat Ç. ise transfer oldu TVen’e diye açıklandı ama filmin vizyona girmesi bekleniyordu dizinin başlaması için.
TMC yapımcılığında, başrollerinde Mert Fırat, Ezgi Mola, Ahmet Rifat Şungar, Lale Mansur, Nazan Kesal gibi başarılı isimlerin olduğu Bir Ömür Yetmez dizisi, Cennet Mahallesi ve Akasya Durağı’nda oynayan sanatçı Melek Baykal’ın da gündüz kuşağındaki programı, Nedim Saban’ın Leyla’nın Evi gibi yeni projeleri de söz konusuydu.
Velhasıl ne oldu? Doğuş Grubu’nun Star TV’yi alacağı haberleri çıktı birden, hem de hiç
gündemde kulislerde böyle bir şey duyulmamışken. Tam anlamıyla medyadünyası için bir sürpriz oldu.
Dün ise atılan imzalarla resmen Star TV artık Doğuş Grubu’nun oldu.
Star TV’de yapılan diziler, programlar bir süredir hiç tutmuyordu. Zaten Kanal D’de tutmuş dizilerin transferleriyle ayakta kalıp kanalın prestiji korunmaya çalışılıyordu. Ki bence aslında bu marka değeri açısından da yanlış bir uygulamaydı ama kanalın da desteğe ihtiyacı vardı. Belki de iyi bir fiyatla satılmasını da buna borçlu.
Veee eski kanalı Star’dan davalık bir şekilde ayrılan Behzat Ç.’nin yeni bölümleri ironik bir şekilde Aralık’tan, Muhteşem Yüzyıl ise Ocak’tan itibaren, Melek Baykal’ın sabah programı da dahil, diğer imza atılan bütün projeler de Doğuş Grubu yönetimindeki Star’da ekrana gelecek.
Altını çiziyorum TVen için imzalanan bütün projeler Star TV’de yayınlanacak.
Tabii ki bu işlere yer açılabilmesi için de şu an yayınlanan işler fazla şans tanınmadan hızla kaldırılacaktır. Örneğin Geniş Aile Kanal D’den Star’a geçtiğinden beri aynı ilgiyi görmüyor ve sürekli gün değişikliği yapıyor bence yeni yönetim tarafından ilk bakışta kaldırılabilecek diziler arasında.
Peki TVEN ne oldu, doğmadan öldü mü? Yoksa hiç doğmayacak mıydı?!..

15 Ekim 2011 Cumartesi

Kahredici bir durumdayız!


Malum sürmanşetten sonra kadına şiddet tartışmaları televizyonlarımızda hız kazandı ama gelin görün ki elle tutulur bir durum yok, bir arpa boyu dahi yol alınamıyor.
Tartışmacılar sadece birbirlerinin egolarını bastırmaktan öteye gitmiyor, şiddetin nedenlerini aramak bulmak ve çözümlerini konuşmak yerine, hala o sürmanşet doğru mu değil mi bu tartışılıyor maalesef.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programında sarf ettiği sözler önemli; ‘’Kamu vicdanı var, toplumun da ruh sağlığını düşünmek zorundasınız.’’
O sürmanşetin çözüm olacağını düşünmek yanlış, en son yine boşanma davası açtığı kocası tarafından sokakta bıçak darbesi ile bir kadın daha öldürüldü. Bu ve bunun gibi şiddet vakaları hızla devam ediyor.
Geçen akşam ise Show Haber’de izlediğim haber şiddet konusundaki umutsuzluğu, içinden çıkmazlığı yüzümüze vuruyordu.
Hem bunun haber olması hem de gelinen durum açısından içler acısı, yüz kızartıcı…
Haberi izlerken kahroldum…
Haberin başlığı şu şekilde; Koca dayanağına karşı- Mutfak ve banyodan uzak durun.
Neden çünkü evin bu mekanlarında kesici aletler fazla.
İzmir’de bir kadın dayanışma merkezi kadınlara, kocasından şiddet gördüğü esnada alması gereken önlemleri tavsiyeleri anlatan bir broşür hazırlamış.
Ve şiddete maruz kalırken yapılması uygulanması gereken tavsiyelerden bir kısmı şöyle;
Uzman açıklıyor; Kafayı darbelerden korumak en önemlisi.
Cenin pozisyonuna geçmek anne karnındaki gibi pozisyon alın. Bu en korunaklı pozisyonmuş!!!
Deprem paketi gibi bir çantanız hazır olsun içinde kimlik, yedek anahtar, bir miktar para… bir arkadaşınıza dostunuza emanet edin. (kaçabilme ihtimaline karşı)
Komşular duyarsız olduğundan kadın şiddet görürken polise haber verilmiyor oysaki hayati olabilir diye belirtiyor uzman.
Hayat kurtaran telefonları hatırlatıyor; 183- 155- 156
En yakındaki polis karakolunun telefonunu bulun ve kaydedin mutlaka diyor.
Bir de haberde kadınların canlarını kurtarması için bu öğütlerin ezberlenmesi gerek diye altı çiziliyor.
Kadına şiddet konusunda, nedenleri ve çözümleri konusunda ne kadar aciz olduğumuza ve içinden çıkılmaz bir durumda olduğumuza bir örnek.
Yani şiddeti önleyemeyiz ama en azından en az hasarı görün, en azından canınızı kurtarın öğütleri durumundayız, kahredici.

13 Ekim 2011 Perşembe

Türk TV’lerinde, talk-show var mı?


Öncelikle talk-show türünün tarihçesine ve tanımına bakalım. İletişim Fakültesinde öğrenciyken Radyo ve Televizyonda Program Türleri dersim kapsamında sınıfta türler paylaştırılmış ve bizim gruba da talk-showu araştırmak ve o an (yıl 2004 gibi) ülkede yapılanlar üzerinden değerlendirmek düşmüştü.
Talk-show Amerikan televizyonlarında kullanılan bir deyim, İngilizler Chat-show olarak adlandırıyor. Talk-show, Chat-show birebir tanım olarak konuşma gösterileri ancak kapsamları daha geniş.
Talk-showların en ünlüsü Amerika’da 27 Eylül 1954’te NBC’de Steve Allen ile başlamış, The Tonight Show. Sırayla Jack Paar, ondan sonra dünyanın talk-show kralı olarak kabul edilen Johny Carson 30 yıl aralıksız sunduktan sonra şimdiki varisi Jay Leno’ya devrediyor.
Aslında talk-showlar yayın saatlerinde göre ikiye ayrılabilir; night talk-show (geceleri yayınlanan) ve daytime talk-show(gündüz kuşağında). Oprah Winfrey, daytime talk showun şu an piridir diyebiliriz.
Ülkemizde ise ilk özel televizyon kanalı İnterstar açılınca Orhan Boran ile Rüstem Batum aynı anda talk-show yapmaya başlıyorlar. Ve böylece özel kanalın verdiği özgürlükle programlara yasaklı isimler çıkabiliyor. Rüstem Batum yasaklı kişilerin listesini yapıyor ve her hafta programına yasaklı isimleri çıkartarak devrim yapıyor.
Bülent Ecevit, Uğru Mumcu, Ahmet Kaya… Rüstem Batum bir röportajında diyor ki; Benim felsefem şuydu; bu adamların konuşması lazım ve bu adamları dinletmek için de yanlarına popüler isim koymalıyım.
Uğur Mumcu’nun yanına mesela Tanju Çolak gibi isimleri koyuyordum. Gerçekte o isimler çok da önemli değildi, önemli olan konuşması gereken yasaklı isimlerdi. Mesela bizim bir zaman ayarlamamız vardı diyelim Bülent Ecevit elli dakika konuşmuş diğer konuklar ise üç beş dakika konuşurdu.
Bunu halk bilmiyor ama şimdi bilsinler artık çünkü bugün diğerlerinin yaptığıyla benim yaptığımın arasında uzaktan yakından bir alaka yok…Şimdi sadece geyik yapıyorlar. Bugünkü talk-showlara bir başbakan, bakan ya da bir cumhurbaşkanı çıkar mı? Söz konusu bile değil soramazsınız bile. Cumhurbaşkanının kendisi bizim programa gelmek istedi.’’
Gerçekten de bugün bırakın talk-showlara bu kişilerin çıkma mucizesini siyaset programlarına çıkarabilmek bile çok zor. Rüstem Batum başlı başına televizyonculuğumuzda devrimdir ve onu ekranlarda görmek istiyorum ekranların bu ara ona çok ihtiyacı var. Bütün bu açıklamaları okuyunca televizyonlarımızda talk-show türünün aslında tam olarak o zamandan bu zamana kadar yapılmadığını görüyoruz.
Ancak Okan Bayülgen’in yeni Kral serilerinden Muhallebi Kralı, Medya Kralı, Kral Çıplak, Muhabbet Kralı da bence talk-show türüne girer diyebilirm. Belki de Okan Bayülgen yıllardır yapmak istediği gerçek talk-showları gerçekleştirmek istediği için bu köklü değişime gitti ve bir süre de Kanal D’de bunun testini yapmış oldu. Okan Bayülgen, Rüstem Batum’u konuk etse de keşke televizyonculuk ve talk-show üzerine iyi bir sohbet dinlesek…
Medya Kralı’na benden naçizane bir tavsiye; program eğer medyayı konuşuyorsa medya sadece televizyondan ibaret değil ama programda sadece tv programlarınında yaşanan enteresan olayların bantlarını görüyoruz. Gazete manşetleri, haberleri, sosyal medyadan örnekler…medyaya yazılı ve görsel bir bütün olarak yaklaşılmalı.
Bayülgen’in geçen programda sarf ettiği şu sözlere de değinmeden geçememeli, içinde epey de kinaye var zira; ‘’Önemli olan o sezon içindeki üretimimiz neydi, reytinglere bakmayız çok çalıştıysak çok ürettiysek kendimizden memnunuzdur seyirci üretime bakar kendisi için ne kadar çalışılıyor ona bakar bu iş Fatmagül’e benzemez?!..’’
Beyaz Show ise daha çok içinde müzik ve eğlence barındıran bir konuşma gösterisi. Beyaz ile Bayülgen ise yıllar sonra farklı kanallarda aynı saatte ekranlarda. Medya Kralı ile Beyaz Show içerik olarak farklı olduğundan rakip olarak görmüyorum programları. Ancak Disco Kralı ile Beyaz Show kıyasa tabi olabilir kanımca. Bu anlamda Bayülgen’in karşısında yer alan Hakan Yılmaz’ı da sunucu olarak başarılı bulduğumu belirteyim
Larry King’in talk-showculara üç altın öğüdü önemli
1. Her zaman hazırlıklı olun
2. Mizah duygunuzu kaybetmeyin
3. Karşınızdakini dinlemeyi öğrenin.
Talk-showculara, *dinleme*yle ilgili ise; ‘Unutmayın seyirciler maça hakemi izlemeye gitmezler, oyuncuları izlemeye giderler. İyi bir talk-showcu da hakemdir, görevi sadece en can alıcı soruları sorup karşısındakinin konuşmasını sağlamaktır.’’ diye tavsiyede bulunuyor.
Yabancı talk-show ve programlarda pre-prodüksiyon aşamasında 80-100 kişi çalışıyor ve bunların içinde çok iyi araştırmacılar ve yazarlar var. Bizde ise genel olarak konuşma becerisi olan her kişiliği ekrana sürersek geyik muhabbetinden öteye gitmiyor. Birçoğunda ise aynı şarkıcılar ve türkücüler davet edilerek eğlenceden başka bir kaygısı olmayan programlar ortaya çıkıyor.
Sonuç olarak ise en önemli sorunumuz; talk-show ile müzik-eğlence türünün tanım olarak ülkemizde karıştırılması.
Çağnur ÖZTÜRK

11 Ekim 2011 Salı

Ya AB’ye girersek ne yaparız?



TRT1’de yayınlanmaya başlayan Avrupa Avrupa dizisi şimdiye kadar izlediğim en başarılı sit-comlardan biri oldu.
Dizi, her şeyiyle başarılı.
Tarık Ünlüoğlu, İpek Tuzcuoğlu, Selen Seyven, Durukan Çelikkaya, Emre Koparan, Durul Bazan, Zuhal Topal, Şehsuvar Aktaş, Burak Serdar Şanal, Kadir Çöpdemir, Simge Selçuk, Barış Refikoğlu, Zehra Evliya, Safiye Tomris Çetinel gibi oyuncuların olduğu çok başarılı bir castı var ve hepsinin performansı birbirinden iyi.


Sit-com yapmak, komedi yapmak drama çekmeye benzemez tempolu olmak zorundadır, ince zeka ürünü bir senaryo olmalıdır. Dramalarda planları istediğiniz kadar uzatabilirsiniz, izleyiciyi ağlatmak kolaydır.


Bu dizi de kesinlikle ince zeka ürünü olabilen sit-comlardan… Ülkemiz televizyonlarında az çıkan türden. Fethi Kantarcı, Saygın Delibaş, Barkın Şenüren birlikte yazıyorlar bu iyi senaryoyu…


Dizinin ilk bölümünde uzun uğraşlar sonucu Avrupa Birliği’ne kabul edilen Türkiye, yılbaşı gecesi 12’den itibaren resmen Avrupa Birliği üyesi olacak. Avrupa Birliği’nden Sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış ise yıllardır beklenen bu haberi Koparan Ailesi’nin mütevazı evine konuk olup, bu evden yapılacak canlı yayınla tüm Türkiye’ye duyuracaktı ancak Gülbahar Koparan, aile sakinleri ve apartman sakinleriyle bir mücadeleye giriyor. Türkiye, Avrupa Birliğine giriyor ama Avrupa Apartmanı sakinleri el birliğiyle AB’nin dışında kalmayı başarıyorlar.


İlk bölümde rol alan Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, ''Avrupa Avrupa dizisi, Avrupa Birliği sürecini esprili, sempatik bir şekilde anlatarak milletimizi bu sürece ortak eden değerli bir platform. Ben de hiç düşünmeden 'Evet' dedim'' şeklinde belirtmişti.


Dizi ekibi rollerinin hakkını vermek için Avrupa Birliği müktesebatını epeyce çalışıyorlarmış ve diziyi de en çok erkekler izliyormuş. Tarık Ünlüoğlu’nun canlandırdığı karakterin de etkisi büyük bunda sanırım. Avrupa Birliği’ne karşı, kokoreç seven tır şoförü baba tiplemesi ve bu babanın kızıyla aralarında yaşananlar, çekişmeleri, diyalogları çok başarılı.


Bu aslında AB ile ilgili çekilen 2. dizimiz daha önce de senaryosunu  Leman’dan Can Barslan ve Atilla Atalay’ın kaleme aldığı, yapımcılığını İlyas İlbey’in, yönetmenliğini Kartal Tibet’in üstlendiği başrollerini Yasemin Yalçın, Ferdi Akarnur,  Seray Sever, Ruhi Sarı, Misak Toros ve Belgin Erdoğan’ın paylaştığı AB Yolları Taştan dizisi Star TV’de ekrana gelmişti. AB üyeliği öncesini konu alıyordu ama uzun ömürlü olamamıştı.


Dizide; AB, Türk insanını gözlemlemek ve onların uyum sürecine,  ne kadar hazırlıklı olduğunu yerinde denetlemek amacıyla birliğe bağlı 15 ülkeden 15 ayrı denetçi Türkiye’ye göndererek ve çeşitli ailelerin yanına yerleştirerek bir süre onlarla beraber yaşamalarını sağlıyordu.

İzleyici de seçilen bir ailenin bu süreçte yaşadıklarını, böylece Türk aile yapısını görüyordu net bir
biçimde. Avrupa Avrupa’da da Türk aile yapısını keskin bir şekilde görüyoruz ama burada daha enteresanı AB’ye girdikten sonra neler yaşayabileceğimizi görüyoruz. Yani ya AB sesimizi duyarsa, ya AB’ye girersek neler yaparız durumu. Tekdüze dramalardan sıkılan izleyiciler için güzel bir alternatif, A’dan Z’ye başarılı bir sit-com, bize bizi anlatan bir dizi.

Altın portakal ve siyaset



Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Antalya Kültür ve Sanat Vakfı (AKSAV) işbirliğinde düzenlenen 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, “Açılış ve Onur Ödülleri Töreni’’, NTV ekranında yayınlandı.

Açılış Töreni içerik itibariyle çok renkli ve akıcı geçti. Reji olarak ise daha bir Oscar töreni kıvamına gelebilmemiz için epey zaman var, daha ödül alanla ödül verenin birlikte kulisten dönmesi gerektiği nezaketini öğrenemedik. Ödülünü alan kaçıyor yerine, ödül veren ise mahçup bir şekilde ne yapacağını şaşırıyor.
En önemlisi bir Oscar töreninde ya da yurtdışında yapılan herhangi birfestivalde hiçbir zaman siyasetçi konuşması görmedim, ön koltuklarda oturduklarını da…törene geliyorlarsa bile biz görmüyoruz ve kendi şovlarını yapmıyorlar.

Sanatın ödüllendirildiği törenlerde de salt sanatçıların olması taraftarıyım.
Bu yıl dikkatimi çeken konulardan biri de hem Tarık Akan hem de Müjdat Gezen’in yönetmenliklerini yaptıkları filmleriyle uzun metraj belgesel yarışmasına başvurmalarıydı, sonucu merakla bekledim ama her iki sanatçı da ön elemeyi geçemedi.
Peki neydi her iki belgeselin de konusu; bir dönem ülke gündemimizde çokça yer alan ve sonunda yıkılmasına karar verilen ‘’İnsanlık Anıtı’’.
Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın yapımının durdurulmasına karar verilmesinin ardından Tarık Akan’ın yönetmenliğini yaptığı İnsanlık Anıtını ve heykeltraşı Mehmet Aksoy’u anlatan ‘Işık Yontucusu’ adlı belgeseli Tarık Akan, Nazım Hikmet anısına yaptığını belirtmişti ve belgeselde Tarık Akan, Rutkay Aziz ve Yıldız Kenter seslendirme yapmışlardı.
Müjdat Gezen ise Kars’taki heykelin yıkılışını belgesel yapmak için filme aldığını söylemişti. Altın Portakal Film Festivali’ne, heykelin belgeseli ile katılacağını söyleyen Gezen, "Belgesel, heykelin başı koparken bitiyor. Belgeselin adı ’İlk ve Son’. Bu benim ilk ve son belgeselim olacak. Belgeselde, Rutkay Aziz’in sesinden ’O, tarihe heykel yıkan adam olarak geçecek, eğer geçebilirse’ ifadeleri yer alıyor" diye konuşmuştu bir röportajında.

Anlaşılan muhalif ve politik filmler belgesel dalında finale kalamadı….
Sanatta Sosyal Sorumluluk Ödülü"ne layık görülen Rutkay Aziz ise açılış töreninde, sarf ettiği müthiş sözlerle ayakta alkışlandı; ‘Dünyanın hiçbir ülkesinde kadın, çocuk bu kadar tacize, cinayete maruz kalmıyor. Dünyanın gerçeği, savaş çığlıkları, açlık, işgal, sömürü... Sinema, Şarlo'nun dediği gibi bir barış sanatıdır ve kendi içindeki barış niteliğini koruyarak dünyaya katkı sağlayacaktır.’
Festivalin temasını özetleyen sözler de vardı içerikte. Malum bu yılın teması kadın ve bütünü jüri üyeleri kadın.
Festival temasının kadın olması güzel, ancak jüri üyelerinin tamamen kadın olması çok yanlış. Yani kadınların yaşadığı sorunlara dikkat çekme çözümü bu değil. Sanatın ödüllendirildiği bir festivalde jüride çeşitlilik olmalı bence, bu bir futbol maçına sadece kadınların alınması durumuyla aynı değil. Sadece kadınların jüri olması kadınlarla ilgili sorunlara çözüm olmaz…

Kadına şiddet bitmiyor ama bunun propagandası da…

Burada bir konuya da mutlaka değinmek istiyorum; birkaç gün önce bir gazete sürmanşetinde açıkça gördüğümüz vahşet ile kadına şiddete dikkat çekmiş olunmuyori propagandası yapılmış olunuyor. Gittikçe durum vahimleşiyor; gazeteler manşetlerinde, televizyonlar dizilerinde şiddeti vahşeti tecavüzü ahlaksızlığı legalize ediyor, gösteriye dönüştürüyor...olağanlaştırılıyor. Bunun izahı budur, sinemaya seçerek gidilir ancak gazete ve televizyona maruz kalınır ve bu çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir.
Gazeteciliğin, televizyon haberciliğinin kuralları bellidir ve evrenseldir. Keyfi hareket edemezsiniz, aynı fotoğraf karesini ya da o şiddetin görüntüsünü açıkça televizyonda yayınlayan bir kanal neden olmadı peki…

Yayınlansa RTÜK, yayınlayan kanala ciddi müeyyideler uygular. Bu nedenle de bu suç da cezasız kalmamalıdır.

7 Ekim 2011 Cuma

Halil Ergün’ün yeni dizisinde izleyici kandırıldı mı?



Gün Akşam Oldu dizisi dün akşam Show TV ekranında başladı,

Halil Ergün’ün dizisi diyorum çünkü dizisinin başrol oyuncusu sadece oymuş. Filiz Akın’ın ise canlandırdığı karakter daha ilk bölümde aniden vefat etti.

Dizinin haberlerinde Filiz Akın’ı sonunda setlere dönmeye ikna eden dizi; İki usta oyuncu, Show TV’nin yeni dizisi ‘Gün Akşam Oldu’ için kamera karşısında…şeklinde başlıklar attık.
Dizinin epey haberi, tanıtımı yapıldı, yıllardır hiçbir teklifi kabul etmeyen Filiz Akın’ın bir dizide yer alacak olması çok fazla dikkat çekiyordu. Hatta dün sabah Filiz Akın, Saba Tümer’in konuğuydu., birçok Yeşilçam oyuncusuyla telefon bağlantıları yapıldı.

Biz dizide sembolüz sözü de bunun habercisiymiş meğer ama dizi yayınlanana kadar herkes artık Filiz Akın’ı televizyon dizilerinde de göreceğiz diye düşündü.
Ancak beklenen olmadı. Sanırım bundan sonra ara ara flashbacklerle dizide olur.
Dizinin ilk bölümünde en çok dikkat çeken Filiz Akın’a yapılan seslendirme, daha ilk saniyede bir ses bu kadar yapay durur diyorsunuz, eğer devam söz konusuysa acil değişmeli.

Yeşilçam’da hızlı bir film üretimi olduğu dönemlerden ötürü kimsenin seslendirme yapacak vakti yoktu ve istisna isimler dışında pek kimse kendi sesiyle oynayamıyordu. Bu nedenle Filiz Akın riske girmek istememiş anladığım.
Dizide, ikili beş çocuklu, birbirini çok seven bir çifti canlandırıyor.
‘’Gold Film’in hazırladığı dizinin yapımcılığı Faruk Turgut’a, yönetmenliği Andaç Haznedaroğlu’na ait.
Senaryosunu ise Nuran Evren Şit ve Elif Usman’ın kaleme aldığı dizi, Ayvalık eşrafından, Eşref Bey’in (Halil Ergün) ve hala âşık olduğu dünyalar güzeli karısı Serap Hanım’ın (Filiz Akın) bayram tatilinde çocuklarıyla bir araya gelmeleriyle başlayan ‘Gün Akşam Oldu’, ailenin hiç beklenmedik anda gerçekleşen şok edici bir olay sonrasında yaşadıklarını konu alıyor.’’ diye tanıtılan dizideki hiç beklenmedik olay daha ilk bölümdeki ölümmüş meğer, dizi karakterleri için olmaktan çok gerçekten de izleyici için beklenmedik bir durum oldu, izleyici kandırılmış gibi oldu.
Dizinin castı genel anlamda başarılı. Karşımızda yine Kuzey- Güney gibi aynı kıza aşık iki kardeşin çatışmasını da izleyeceğiz.
Dizide en çok eleştirdiğim nokta çok fazla müzik kullanımı, diyalogların olduğu bir sahnede bile örneğin oyunculukları bastıran bir keman sesi giriyor.
Diğer nokta ise dizinin genel anlamda başrolde rahmetli Savaş Dinçel’in olduğu Sessiz Gemiler’e çok benzemesi. Sessiz Gemiler’de beş çocuk sahibi bir çiftin, Bozcaada'da her bayram boş yere çocuklarının yolunu beklemesi ve ardından annenin ani ölümüyle şoke olan babanın evlatlarıyla arasındaki dram anlatılıyordu. İzleyenler bu bariz benzerliği hemen fark edecektir.
Daha ilk bölümde ve öncesinde kendinden çok söz ettiren Gün Akşam Oldu’nun devamını hep birlikte göreceğiz. Halil Ergün’ün canlandırdığı karakter Eşref Bey’in Yaprak Dökümü’nde olduğu gibi İstanbul’a göçü söz konusu. Anlaşılan Halil Ergün, Ali Rıza Bey ve Kızları’ndan sonra yine evlatlarından çekecek bir baba rolünde kısacası Eşref Bey ve evlatları yani…bolca da iç sesiyle acısını bize anlatacak. 

6 Ekim 2011 Perşembe

Reyting verileri ne kadar doğru?

Televizyonculukta her şey reyting için yapılıyor ama bütün bu yapılanlar, her şey aslında koca bir yalan mı?
TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in 800 civarında reyting ölçmeye yarayan peoplemeter cihazın adresinin deşifre olduğu yönündeki açıklamalarının ardından, Televizyon İzleme Araştırmaları AŞ (TİAK) da söz konusu hanelerin devre dışı bırakıldığını belirtti.
TİAK Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Hidayet Karaca yaptığı açıklamada, “Deşifre olduğu anlaşılan 800 hanenin en geç 1 Ekim 2011 tarihinden itibaren izleme ölçümü araştırmasını halihazırda sürdürmekte olan Nielsen Audience Measurement Piyasa Araştırma Hizmetleri (NAM) AŞ tarafından devre dışı bırakılmasına karar verilmiştir.” dedi.
İbrahim Şahin’in şu sözleri de çok vurucu: “Aslında biz bu kavgayı başlattığımızda temel çıkış noktamız buydu. Dedik ki, adresler birilerinin elinde, bunlar gizli olması gerekiyor. Birtakım program yapımcıları; bu adresleri alıyor, onlara hediye gönderiyor ve kendilerini çok izlettiriyorlar. Bu doğru bir şey değil, etik değil! Ayrıca reklam geliri de buna göre dağıtıldığı için, birilerinin parası haksız yere başkalarına gidiyor.’’
Yani skandal büyük zaten reklamların arasında yayınlanmak için yapılan programlar, diziler v.b.; reklam gelirleri de saptırılıyor. Ülkemizde toplamda 2500 adet olan reyting cihazının şu an 800’ü deşifre olduğu için iptal edildi. Şu an ise 1700 hanede ölçüm devam ediyor ama onlar da nasıl?!..
Ayrıca AGB ve TİAK’ın, deneklerin her yıl yüzde 20′si, 5 yılda da tamamının değiştirilmesi görevlerini yapmadıkları da anlaşılmış. AGB bazı denekleri tam 10 yıldan beri ise hiç değiştirmemiş.
Bundan yaklaşık iki yıl önce AGB ve onu denetleyen bir üst kurul olan Televizyon İzleyicileri Araştırma Komitesi (TİAK) yöneticilerinin TRT’nin iki program yapımcılarını suçlayan açıklamaları üzerine, TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin konuyu araştırıp yargıya taşımış ve AGB de, 220 deneğin reyting ölçüm cihazlarını sökmüştü.
Hatta beyaz eşya hediye ederek kendi programlarını izletmek isteyen yapımcılar da gündeme gelmişti. O dönemlerde TİAK bir skandal ortaya çıkarmıştı, yine bir yapımcı, dizisinin reytingleri yükselsin diye, reyting cihazı olan Ankara ve İzmir’deki 20 haneyi maaşa bağlamış, aileler de itiraf etmiş. Bu örnekler daha da çoğalabilir, acı ama gerçek türünden hepsi de…
Toprak Sergen, bir evde tesadüfen cihazı görmesini analatıyor: “Bugün ekranlardaki birçok starın, sanatçının, programın kaderini belirleyen reyting ölçme cihazını bir evde gördüm. Büyükçekmece, Gürpınar’da çekim yapıyorduk. Oradaki çocuklar bana ‘Abi şu evde reyting ölçme cihazı var’ dediler.
Ev bu aletten dolayı mahallenin en havalı eviymiş meğer. Hemen gittim, kendimi misafir ettirdim. Aleti görmek istediğimi söyledim. Baktım, küçücük bir şey. Evin sahibi devekuşu çiftliğinde çalışıyordu. 3 tane çocukları var. Çocuklar sabahtan akşama kadar hiçbir iş yapmayıp hastalıklı vaziyette TV izliyorlar. “Neyi izliyor, neyi seviyorsunuz?” diye sorduğumda şu cevabı verdiler: Fark etmez, bakıyoruz işte. Bize televizyonun hep açık kalmasını söylediler, hiç kapatmıyoruz… Toprak Sergen “Ailenin sevdiği bir televizyon programı bile yoktu. Kanalı bile değiştirmiyorlardı. ‘İşte kaderimiz bu’ diye düşündüm” Yani bu reyting bu denli bilinçsiz izlencelerle mi oluşuyor… işte alın somut örnek.
Reyting cihazı konulan hanelerin de suçunun olduğu gerçek, bu haneler bunu hiçbir şekilde hiç kimseye deşifre etmemeli ama gelin görün ki evinde böyle bir cihaz olan bir Türk ailesi bundan konu komşuya bahsetmeden yerinde durabilir mi? Bundan sonra cihaz konulacak haneler de daha özenli seçilmeli, acaba gerçekten yasal olarak maaşa bağlansalar daha bir ciddi görev edinirler, biraz çabaladım ama içinden çıkılmaz bir durum …Acil yetkililer tarafından çözümler üretilmeli!
Bütün bunlar ağır aksak olan reyting sistemimizin tamamen göçtüğüne kanıt.Bu durum aslında televizyonculuk tarihimizde kara bir lekedir. Deşifre olmak ne demek, kimler tarafından kime deşifre edildi bu haneler, birilerinin televizyonculuğumuzu kurtarması, aklaması için acilen bunları açıklık getirmesi gerek.