25 Ekim 2011 Salı

Sessizlikten, sesliliğe gidiş


Medya ve kamuoyu ilişkisi üzerine önemli etki araştırmalarından ikisi gündem belirleme ve suskunluk sarmalı…
Suskunluk (Sessizlik) sarmalı, 1984 yılında Elisabeth Noella-Neumann’ın geliştirdiği bir kuram.
Birey yalnız kalmamak için bulunduğu ortamdaki hâkim görüşe karşı çıkmaz ve bu suskunluk böyle sarmal şeklinde büyür gider.
Bu kuramda kitle iletişim araçlarının bireyleri dolayısıyla toplumu susturabilme gücünden bahsedilir. Azınlık sesini çıkaramayarak çoğunluğa yenik düşer… Çoğunluk daha da güçlenir. Bireyler, yaygın sandıkları görüşler karşısında toplumdan soyutlanma korkusuyla, kendi görüşlerini söylemekten çekinir. Aynı şekilde bireyler, toplumda baskın olan görüşlere sahip olduklarını fark ettiklerinde de kendi görüşlerini söylemekte daha inançlı davranırlar.
Çoğunluk dominant olan tarafın sesi daha çok çıktıkça azınlık iyice susar.
Peki, kurama göre baskın görüşleri de çoğu zaman öğreten kimdir; Medya, gündem belirlemede ise en basit tanımıyla medyanın ne hakkında düşüneceğimizin kararını vermesidir.
Bütün bunları açıklamaya çalışırken gelmek istediğim nokta; Sosyal Medya.
Çünkü artık bildiğimiz medya ve siyasetin dışında da gündem belirleyen bir aracımız var o da sosyal medya dediğimiz alan; Twitter, Facebook, Google + v.b.
Artık yeni bir çağdayız ve suskunluk sarmalını adı bence çığırtkanlık sarmalı oldu.
Twitter’da herkesin her konuda en rahat şekilde konuşabildiğini ve kimsenin susmadığını, herkesin görüşlerini rahatça açıkladığını görüyoruz.
Veee en önemlisi bir anda baskın tarafların oluşturulduğunu da. Kısacası istenilen bir konuda eğer takipçiniz çoksa istediğiniz konuyu trending topicste görüyorsunuz ve başkalarının da bunu görmesini sağılıyorsunuz ya da görmesine neden oluyorsunuz.
Burada ise olumsuz yan denetimsiz bir ortam bulunması, kişilerin fütursuzlukları…
Ancak gerçekten sağlam bir dert, amaç varsa ortada bunu duyurup baskın olumlu taraflar oluşturabilirsiniz.
Okan Bayülgen’in yaptığı gibi. Şehit haberlerimizden sonra medyaya seslenen ve bazı programlarını kaldırıp, dizilerini devam ettiren kanallara kısacası Türk medyasına: “Bugün yoksanız ne zaman varsınız?” diye seslendi. “Sıkıyorsa dizileri kaldırın” tagiyle beraber çok fazla da destek aldı.
Ben de sonuna kadar katılıyorum fikirlerine. Örneğin keşke Beyaz gibi kitlelerin çok sevdiği bir isim programını yapsaydı. Hadi canlı programları kaldıralım ama elimizdeki dizileri yayınlayalım çözüm değil. Buradaki temel sorun da zaten dizilerin kaldırılıp kaldırılmaması değil; bu olay karşısında nasıl tepki vereceğini bilemeyen televizyonculuğumuz. Acaba diyorum bir manifesto mu yayınlansa oluşturulsa… İronik ama durumumuz budur… Televizyoncularımız peki yayın akışlarını değiştirmek için şehit sayımızın çokluğuna mı bakıyor, maalesef evet ve işte bu çok acı…
Yayın yapmayalım deyip kaçmak çözüm değil bu sadece belli formatların başarısını gösterebildiğinizi vuruyor yüzümüze. RTÜK’e magazin, eğlence programları devam ettiği için ilk başta şikâyette bulunan toplumun reaksiyonu söz konusu; çünkü acı çekiyor… Medya da toplumun yansıması, aynası ve bundan rahatsız olup haklı olarak tepki gösteriyor.
Maharet şu günlerde ihtiyacımız olan o hassas dengeyi sağlayabilmekte, Okan Bayülgen de bu konuda bence rakipsiz.

***

Son olarak; Sosyal medyadan ne düşüneceğinizi görün ancak nasıl düşüneceğinizi değil…
Bence artık sosyal medyayla beraber suskunluk sarmalının…
Adı seslilik-çığırtkanlık modeli oldu.
Sesliliği, çığırtkanlığı daha çok olumlu kullanabilmemiz dileğiyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder