31 Temmuz 2012 Salı

Ahmet Hakan: Türkiye'de televizyona çıkıp bir konuyu çatır çatır tartışacak insan yok


Ahmet Hakan, Türkiye'de televizyonculuğun durumunu ve eksiklerini T24'e anlattı.
Televizyonculuk idealiniz miydi, nasıl başladınız?
Televizyonda bir şeyler yapmak idealim değildi aslında. Ben daha çok yazılı basın istiyordum ama televizyonda bir boşluk oldu benim açımdan, orada bir fırsat çıktı daha doğrusu o fırsatı değerlendirdim o yüzden televizyon oldu.
Yani kendiliğinden gelişti?
Evet hatta televizyonda da genelde muhabirlik, kamera arkası işler öyle başladım ve öyle de devam ettirmeyi de düşünüyordum ama ekrana da çıktım yani o da benim çok istediğim bir şey değildi, çıkmak durumunda kaldım. “Sen bu işi iyi yaparsın” deyip, beni ittiler.
Peki Kanal 7 İskele Sancak dönemiyle bugün CNNTürk "Tarafsız Bölge" dönemini kıyaslarsanız ne dersiniz?
Aslında mahiyet olarak çok da büyük bir fark hatta hiç fark yok, o dönemde de ben moderatördüm. O dönemde de tartışmada taraf olmuyordum, o dönemde de konunun açılması için çaba sarf ediyordum şimdi de aynı şeyi yapıyorum. Sadece siyasi atmosfer ve ele aldığınız konular değişti. Benim bu programı yaparkenki genel yaklaşımımda büyük bir değişme yok aynı şeyi yapıyoruz. O dönem İskele Sancak’ı seyredenler bu söylediklerimin ne kadar doğru olduğunu düşünecekler diye umut ediyorum.
İlk başladığınız dönemden bugüne Türkiye’de televizyonculukta ne değişti, nasıl durumda?
Türkiyede televizyonculuk bir türlü emekleme dönemini atlatamadı. Benim ilk başladığım zamanlar tam bir çocukluk evresiydi, deneme yanılma yolları ile bir şeyler yapılmaya çalışıyordu aradan geçen bunca zamanın ardından hâlâ aynı tutumun devam ettiğini söyleyebilirim yine çocuksu şeyler çocukluk evresini atlatamama hali yine deneme yanılma yoluyla bir şeyler bulmak yine mevsimsel modalara uymak; bir başarılı yapımın ardından onun benzerlerinin çıkması bütün bunlar eskiden de böyleydi şimdi de böyle. Belki de televizyonculuğun doğası da böyle bir şey ama şunu da söyleyebilirim bizde televizyonculuk kendi geleneğini oluşturamadı. Yani köklü, oturmuş bir yapısı yok daha çok vurkaç işler.
Bütün bu gelenek oluşturamama halinin nedenleri ne sizce?
Yasal zeminden yoksundu ilk başladığında, tam bir korsan iş olarak başladı. Her zaman başlangıçlar önemlidir bunun bir etkisi var, ikincisi tv yöneticileri, idarecileri TRT’ye benzememe gibi bir kaygıya kapıldılar, yaklaşıma girdiler TRT’den gelmiş olmalarına rağmen. İlk dönem özel tv yöneticileri hep TRT’den gelmiştir ama öyle bir kompleks oldu TRT’ye benzememek için bir çaba sarf ettiler o da şirazesinden kopmuş geleneksiz vurkaç, karaktersiz işlerin ön plana çıkmasına neden oldu.
Kamera arkasıyla ilgili durum nasıl peki?
Bizim bir eksikliğimiz de o, mesela yine bu karaktersizlikte en önemli etkenlerden biri bu olabilir kamera arkasına yatırım yapılmaz, hor görülür, sürekli starlar üzerinden gidiyor. Televizyonlar, programlar star sistemi üzerinden gider anlıyorum ama o starı besleyen bir yapı yok arkada. O köksüzlük, karaktersizlik buradan da kaynaklanıyor. Kamera arkaları bizde hiç sağlam değil. Programcılar, yapımcılar çok önemlidir. Dünyanın her yerinde starlar daha fazla kazanır ama bu kadar uçurum olmaz mesela gazetelerde böyle değil. Gazetelerde editörler, yazıişleri müdürleri; mutfak önemlidir, çok önemsenir. Kamuoyu onları tanımaz ama gazetedeki itibarları iyidir. Bizde basının bir geleneği var televizyonla kıyasladığımız zaman. Basının bir kişiliği vardır ve mutfağa yatırım yapılır her zaman.
Televizyonda şunu da yapmak istiyorum dediğiniz var mı?
Benim televizyonda yapmak istediğim iş; haber programı, tartışma programı gibi programlar zaten onu yapıyorum şu anda bunları daha da geliştirmek isterim fakat bu işler geliştirmek para ister; bu işlere yatırım yapmaya pek meraklı gözükmüyor Türk televizyonculuğu. Burada da bir ucuzculuk var; bir sunucu, bir yapımcı, birkaç stajyer, konuklar…böyle bir yapı var. Dolayısıyla yapmak istediğim bir şeyi, benim alanım bu bu alanı geliştirmem mümkün olabilir, böyle bir şey isteyebilirim ama bunu geliştirebileceğim yol yok. Ben de mevcut verilere teslim olmuş durumdayım, bir şey istemiyorum böyle devam etmek istiyorum yapacak bir şey yok, şartları zorlamak istemiyorum. Bir ikinci şey yapılabilir o da belgesel türü şeyler; onun da pek müşterisi olduğunu sanmıyorum Türkiye’de haber kanallarının sayısı arttı ama çok yapay bir artış o, şu anki iktidarın, kendi yandaş haber kanallarını oluşturma kampanyasının bir ürünü; küçük küçük birçok izlenmeyen kanal. Onların sayıca fazlalılığı bizde haber kanallarının ne kadar çok olduğunun göstergesi sayılmaz, mecra yok. Sponsor peşinde koşmayı istemiyorum. Gerçekçi bakıyorum hayal kurmuyorum bundan daha iyisini yapabilir miyim yaparım. Bunun için ne gerekiyor para gerekiyor; verirler mi vermezler o zaman ben bu mevcut durumumu sürdürürüm.
Canlı yayında sizi zorlayan şeyler var mı?
Program sırasında hiçbir şey zorlamıyor. Herhangi bir sorunla karşılaşmıyorum; tartışma konumuz belli konuklar belli herkes güzel güzel konuşuyor. Sorun şurada o konuyu tartışacak konuk bulmakta zorlanıyoruz. Örneğin bir konu, günün en flaş konusu günün en flaş konusunu konuşacak en flaş altı isim diyelim ki. Şimdi bu altı flaş isim fikirlerini ekranda tartıştırmak istemiyorlar daha çok tek başlarına çıkmak istiyorlar. Bu taleplerini karşılayacak sayısız mecra var. Çünkü diğer televizyonların böyle insanları tartıştırmak, farklı fikirleri ortaya koymak gibi titizlendikleri bir husus yok, onlar da tabii yapmak isterler ama bunun üzerine titizlenmiyorlar, gel tek başına konuş. Mesela bizde bir bakan çıkıp da biriyle tartışmaz. Çünkü zaten bakanı tek başına çıkartıyorsun, diyor ki ben istediğim kanala tek başıma çıkıyorsam niye gidip de o ulvi, yüce fikirlerimi başka insanlarla tartışayım ki diyor. Dolayısıyla bizde günün en flaş konusunu günün en flaş insanları çıkıp da karşılıklı çatır çatır tartışmazlar. Arada sırada yakalanabilir ama o da konunun ve konukların durumuna göre değişir. Mesela şu da olmaz; biz de konuğu çıkar sonuna kadar sorgula, nezaket ölçüleri içerisinde sorgulamaktan bahsediyorum, batıda yapılıyor "hard talk"lar bizde yapılamaz, bakana iki tane ters soru sorarsın rahatsız olur. Bir milletvekilini çıkaracaksın şöyle midir böyle midir diye zorluyorsun ama nazik bir şekilde, zorlamaktan kastım da o, savcı gibi değil; o da yapıldı Türk televizyonlarında ama çirkin bir şey.  Bu tür "hard talk" programlar kendine güvenen insanlar için, siyasiler, sinemacılar, yazarlar, gazeteciler için bir meydan okuma alanıdır. Çıkarsın sorulara çatır çatır cevap verirsin, göklere en göklere çıkarsın ama yerin dibine batma ihtimalin de var bu riski alacaksın, ama kimse almıyor.
Çıkar mı yakın gelecekte peki bu riski alacaklar?
Çıkmıyor, çıkmaz bu saatten sonra. Çıkmadığı için yapılamıyor, bunu yapacak birçok gazeteci, televizyoncu var Türkiye’de kendi adıma söylemiyorum genel olarak söylüyorum. Hazırlanacaksın bir hafta çıkaracaksın sonuna kadar sorgulayacaksın, örneğin Bakan Suat Kılıç’ı çıkarsak televizyona o evi aldınız mı diye sorsak çıksa, kibar bir şekilde sorsak o da yürekli, cesur bir şekilde cevaplasa durumun ayrıntılarına vakıf değilim ama tartışmaları bitirebilir belki de. Ya da gidiyor sayın bakanım hakkınızda böyle iddialar var ne diyorsunuz diyen alttan alan, ikinci soruyu sormayan kişinin karşısında cevap vermeyi seçiyor.
Sizi tarafsız değil diye suçlayanlar oluyor mu, tarafsızlık nasıl tanımlıyorsunuz?
Tabii o her zaman olur. Tarafsızlık şudur biz ne yapıyoruz programda bir fikri iki karşı fikre tartıştırıyoruz. Ben kendimi nasıl başarılı hissederim; konu dışına çıkılmadan konuklar fikirlerini karşılıklı olarak sonuna kadar en ateşli ama en nazik şekilde tartışabildikleri zaman ben kendimi başarmış hissederim. Olaya böyle bakıyorum, A fikri yendi B fikri yenildi  buna bakmam ben tarafsızlıktan kastımız bu. Yoksa arada sırada tabii ki insan hakları, demokrasi, özgürlükler gibi ortak değerler konusunda acayip bir laf edildiğinde müdahale edersin tabii, vay sen tarafsızdın denmez bu böyle bir şey değil, terazi değil. Bir taraf yağmur yağdı çok iyi oldu diyor, bir taraf da çok kötü oldu sen de bu iki fikrin doğru dürüst tartışmasını sağlamakla mükellefsin ben onu yapıyorum. Bunu yaparken de mümkün olduğunca tarafsız olmaya çalışıyorum. Programın ismi önemli değil "Taraflı Bölge" olsa da böyle yapacağız yani, tartışma programının raconu budur. 
Diğer tartışma programlarını izliyor musunuz? 
İzlemiyorum o yüzden yorum yapamam.
Dizi izliyor musunuz?
Hayır izlemiyorum. Türkiye’de bir dönem İkinci Bahar, Asmalı Konak varken sokakta insanlar kalmıyordu. O dönemlerde biraz izlemeye çalıştım bu kadar insan bu kadar ehemmiyet veriyorsa vardır bir hikmeti diyerek izlemeye çalıştım fakat ne yalan söyleyeyim gerçekten hiçbirinin içerisine girmem bağımlısı olmam mümkün olamadı bir türlü. Sonra tek bir denemeyle sınırlı değil bu, birkaç kez denedim fenomen olan birkaç dizi daha izlemeye çalıştım, olmuyor. Avrupa Yakası’nı zap yapmadan durup izlerdim, beğeniyordum onun dışında da izlediğim bir dizi yoktu.
Peki ne arıyorsunuz, dizilerimizde ne olmuyor?
Çok durağan diziler. Örneğin geçen gün Muhteşem Yüzyıl’ı izleyeyim dedim. Orada da bir manasızlık, bir durağanlık, bir Brezilya dizisi havası gördüm, yani giremiyorum havalarına, izleyemiyorum. Herhalde çok sinema izlediğim için, çok Amerikan dizileri izlediğim için bunlar bize işçilikten zanaatkarlıktan fazla yoksun geliyor. 
Hızlı üretimin de büyük etkisi var değil mi?
Hızlı üretim evet, bir de süre doldurma, durağanlaştırma. Adamla kadın dakikalarca bakıyorlar birbirlerine tahammül edemiyorum. 
Yabancı dizilerden neleri tercih ediyorsunuz?
Polisiye izliyorum daha çok CSI Miami, Medium, The Mentalist, Criminal Minds gibi. Eskiden TRT’de iyi Amerikan dizileri gösterilirdi. Mesela Komiser Mcmillan gibi, bir bölümde başlayan hikâye bir bölümde biterdi. Bir bölümde hikayesi biten polisiye diziler seviyorum. 
Çok sinema izliyorum dediniz, siz bir sinefil misiniz?
Ben değilim sayılmam, onun için değişik sinemaları takip etmek gerek, farklı…keyfine düşkün bir sinema izleyici sayılırım.
Sinema yazarlarının görüşlerini okur musunuz?
Okurum Atilla Dorsay’a bayılırım, mutlaka onun görüşlerini okumak isterim. Uğur Vardan en sevdiğim sinema eleştirmenidir. Alin Taşçıyan, Mehmet Açar severim, hepsini okuyorum. Özellikle de filmi gördükten sonra film kritiklerini okurum, özellikle de filmi görüp beğendikten sonra aynı şeyi mi düşünüyoruz acaba diye.
Köşenizde de film kritiği yapıp, şu filme gidin ya da gitmeyin diyorsunuz netsiniz, tepki alıyor musunuz sinema eleştirmenlerinden?
Aslında şöyle söyleyeyim; benim yazdığım sinema kritiklerinden bile daha ağır şeyler yazıyorlar sinema eleştirmenleri. Sinema eleştirmenleri Türkiye’de aslında görevlerini çok güzel bir şekilde yapıyorlar. Bir filmle ilgili söylenmesi gereken her şeyi söylüyorlar. Fakat bunu belli bir üslup içerisinde söylüyorlar. Benim yaptığımsa onların sergilemiş oldukları dikkati boş vermiş bir üslupla yazmak, bu kadar. Biliyorum çünkü sinema eleştirmenleri biraz Türk sinemasını kollamak gibi kaygıları oluyor benim öyle bir kaygım yok. Ve ben bu yöntemin bizim sinemamızı geliştirici bir yöntem olmadığını düşünüyorum ama sinema eleştirmenleri için de işte Türk sinemasını kolluyorlar o yüzden beğenmedikleri bir filmi bile beğenmiş gibi yapıyorlar diyemem, yazıyorlar ağır şeyler yazıyorlar bunu biraz üslup içinde yapıyorlar ben biraz üslupsuzca yapıyorum. Yani bir Atilla Dorsay yazısını okuduğunuz zaman aslında bu filme asla ve kata gidilmemesi gerekir sonucunu çıkarıyorsunuz. Bir tek gitmeyin demiyor, ben diyorum ama.
Nasıl ki gidin deniyorsa nasıl ki bir film hak ettiğinden fazla gazlanıyorsa, hak ettiğinden fazla da eleştirilebilmeli ve gitmeyin denebilmeli.
Okurlarınız da bir filme gitmeden size soruyorlar değil mi?
Kimi okurlarla bir güven ilişkisi oluyor, ben bu adamın zevklerine güveniyorum diye düşünüyorlar. Bir de neden gidilmesi ya da gidilmemesi gerektiğine işaret ediyorum. Bu film sıkıcı diyorum, oyunculuklar berbat diyorum.
Nasıl filmler size sıkıcı geliyor? Nuri Bilge Ceylan filmleri mi?
Hayır, Nuri Bilge Ceylan filmlerini çok severim ben. Gidin diyorum hatta bana bu yüzden kızanlar oluyor gidip beğenmeyenlerden. Onlara anlatmaya çalışıyorum bu filmlerin farklı bir atmosfere sahip olduklarını anlatmaya çalışıyorum. Hatta Nuri Bilge Ceylan’ın son filmine Twitter’dan 20-30 takipçimle bir sinema günü tertipledim. Yarısı çok memnun oldu yarısı hiç olmadı. Hiç Ceylan filmi izlememişler çok şaşkına döndüler. Sıkıcılıktan kastım o değil. Her saniyesinde koşuşturmaca olan bir film için sıkıcı derim, durağan akmayan bir film için şahane derim, her film için ayrı konuşmak gerekir.
Twitter’da etkinlikler devam edecek mi?
Çok merakla beklediğim bir filmdi, böyle bir kitleyle gidelim dedim, kendiliğinden gelişti biraz da. Tekrar yapabiliriz, neden yapmayalım.
Bir yazımda Twitter’ı en iyi kullanan kişi olarak sizi seçmiştim. Twitter’da genelde ünlülerde bir tahammülsüzlük söz konusu, sizce neden?
Örneğin Twitter’a giriyor fakat o dünyanın nasıl bir dünya olduğunu insanları nelerin harekete geçirdiğini, nelerin motive ettiğinin, bin türlü insana kendini açmak durumunda olduğunun bilincinde ve farkında değil. O yüzden tahammülsüzleşiyor yani, hiç karşılaşmamış bu zaman kadar böyle bir durumla. Durumun farkında olmamaktan kaynaklanıyor. Halbuki Twitter bir dünya, bin türlü insan tavrı var. Kimisini hoşlanarak, gülümseyerek okuyacaksın, kimi takılmaları hoş göreceksin. Hakeret edilecek, küfredilecek buraya giriyorsan böyle yoksa girme. Bunların hepsinin bir hasılasıdır Twitter, bunu bilincinde olursan kendini üzmezsin. Tahammül edemiyorsan da Twitter’a girmeyeceksin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder